Aşkın ne olduğunu ya da ne olmadığını hiç düşündünüz mü? Dönemler boyunca konuşulan aşk, filmlere, kitaplara, efsanelere ve müziklere konu olmuştur. Peki gerçekten aşk nedir?
Aşk, aslında tanımlanması oldukça zor olan, dünyanın en fırtınalı, en kapsamlı ve en evrensel duygusudur. Üzerine yazılacak, çizilecek ve nesiller boyu birikecek hikayelere konu olan bu duygu, kalbin bir temsili gibi görünse de yalnızca kalpte yaşanmamaktadır. Aşk, hem kimyasal hem evrimsel hem de biyolojik süreçlerin iç içe geçmesiyle özetlenebilir. Bu karmakarışık duygunun tanımını yapmak bu kadar zor iken evrimsel süreçler, birçok sosyal ve psikolojik faktör ve beynimizde bazı nörotransmiterler tarafından hormonlarla da ilişkili olması işimizi daha da zorlaştırmaktadır. Aşk kalpte mi yaşanır yoksa beynimizdeki nörotransmiterler bizlere bir oyun mu oynamaktadır? Nörotransmiterler bizimle oyun oynamıyor olsa da aşk büyük bir ölçüde beyinde yaşanır. Aşkın nörobiyolojik bir tarafı vardır. Aşkı yalnızca duygusal bir hissiyat olmaktan çıkaran, beynimizde gerçekleşen bazı süreçler vardır. Dahası aşkı hissetmemizi sağlayan bazı kimyasallar vardır ve aşk beynimizdeki bu kimyasalları aktifleştirir. Aşkı hissettiğimizde beynimizde bazı kimyasallar çalışmaya başlar. Bunlar; dopamin, oksitosin, vazopressin, adrenalin, noradrenalin, endorfin ve serotonin gibi kimyasallardır. Hadi gelin, aşık olduğumuz zaman beynimizde neler oluyor size bunu anlatayım.
Aşk başladığı anda beynimizin ödül sistemi ateşlenmeye başlar. İlk görüşte aşk gibi… Aşkın ilk anları haz doludur. Ventral Tegmental Alan ve Nucleus Accumbens bu sistemin kalbidir. Bu bölgelerde aşk başladığı zaman yoğun bir dopamin salınımı gerçekleşir. Dopamin, haz ve motivasyon gibi süreçlerle ilişkilidir. Aşk bir nevi hazzı tetikler ve ödül beklentisi haline gelir. Bir motive olma durumu da denilebilir. O kişiyi düşündüğünüz zaman vücudunuzu bir heyecan dalgası basar ve bu bir mutluluk yaşatır. O kişiyi düşünmek bu mutluluk hissini artırır, içim kıpır kıpır oluyor hissi de bu dönemde görülmektedir. Aşık olduğumuzda dopamin salınımı bağımlılık yapan maddelerin etkisi ile benzer hale gelmektedir. Frontal kortekste ve amigdalanın aktivitesinde ise azalma gözlemlenir, bu da daha cesur ve riskli davranışlar sergilememize yol açabilir. Amigdala aktivitesinde azalma ile beraber kişi oldukça korkusuzlaşmaya başlar. Örneğin; ilan-ı aşk edebilir. Frontal Kortekste görülen azalma ile kişi karar verme yetilerinde değişim gözlemleyebilir çünkü bu bölge mantık ve karar alma bölgesidir ama aşk bunu oldukça pasifleştirir ve kişi mantığını susturup “aptalca” olduğuna inandığı birçok şey yapabilir.
Adrenalin ve noradrenalin de aşkın kimyasallarındandır ve bu dönemde görülür. Adrenalin salgılanmaya başladığı zaman ilişkinin ya da ilk tanışmanın olduğu o ilk anlar olarak görülebilir. Kişiler strese girerler, vücutlarını tanımadıkları bir heyecan dalgası basar. Büyük bir enerji gelir ve kalp atışı değişmeye başlar. “Onunlayken kalbim o kadar hızlı çarpıyor ki…” gibi cümleleri duyarız. Noradrenalin salgılanmaya başladığında ise kişiler ekstra dikkatli olmaya başlarlar. Daha tetikte olur ve daha uyanık hissederler. Dikkatleri ve odakları tamamen o kişide olmaya başlar. Aşkın uyanık ve tetikte olan tarafıdır. Aşkın ilk zamanlarında dopamin, adrenalin ve noradrenalin salınımı varken, ilişki ilerleyip derinleştikçe başka nörotransmiterler birbirlerinin yerini almaya başlarlar. İlerleyen aşkın hormonlarıysa oksitosin ve vazopressin gibi hormonlardır. Vazopressin sadakat ile ilişkilendirilirken oksitosin fiziksel temasla gelir ve kişinin vücudunda salgılanmaya başlar. Fiziksel temas oldukça kişi karşısındaki kişiye daha çok güven duymaya başlar. Çünkü oksitosin temelde anne ve bebeğin bağlanmasına da yardımcı olan bir hormondur. Güvenli bağlanma ve temas için gereklidir diyebiliriz. Güven, yakınlık ve bağlanma için önemi oldukça fazladır. Vazopressin ile gelen sadakat ise ilişkinin temel yapı taşlarından birini oluşturmaktadır. Ve aşkın ilerleyen dönemlerinde azalan serotonin… Serotonin aşkın ilerlemiş dönemlerinde, bir ilişkinin artık tam anlamıyla başlamış olduğu ya da tutkunun yoğunlaşmış olduğu evrelerde düşüşe geçer. Kişi OKB’ de görülen gibi bir kontrol ihtiyacı güder ve aynı kişiyi sürekli takıntılı ve kontrol edilmez şekilde düşünmeye başlar. Dr. Donatella Marazziti’nin 1999 yılında Psychological Medicine dergisinde yayımlanan, aşık bireyler üstünde yapılan çalışmada, beyin görüntülemelerinde bu kişilerin serotonin düzeylerindeki düşüşün OKB hastalarıyla benzer düzeyde serotonin düşüşü olduğu gözlemlenmiştir. Onu aklımdan çıkaramıyorum, kafayı ona taktım hissini yaşatan nörotransmiterdir. Zaman akmaya devam ederken ilişki derinleşmeye başlar ve böylece kişiler de rahatlamaya başlar. Artık başka bir nörotransmiter devreye girmiştir. Bu nörotransmiter endorfindir ve ilişkinin bu evresinde endorfin seviyeleri artmaktadır. Endorfin arttıkça çiftler arasında huzur artmaya başlar. Bu bir çeşit doğal bir ağrı kesici özelliği gösterir ve çiftlerin bağını daha kuvvetli bir hale getirir. Öyle ki “Onun yanında huzur doluyorum, uykum geliyor rahatlıyorum” gibi cümleler duyabilirsiniz. Bu endorfinin çalıştığını göstermektedir.
Bu yazıyı okurken, şimdi kendi yolculuğunuzu kafanızda canlandırmanızı istiyorum; aşkın beynimizdeki yolculuğunu…
Örnek, sizsiniz. Tanıştınız, çok etkilendiniz, heyecanınız tavan yaptı. Dopamin devrede. İpler artık onun elinde. Beyniniz sizi o kişiye yaklaştırmaya başladı. Onu düşünüyor ve heyecan duyuyorsunuz. İşte burada ellerinizin titremesine, kalbinizin deli gibi atmasına engel olamıyorsunuz. Tanıdık geldi mi? Adrenalin olabilir mi? Sokaktasınız yürüyorsunuz ama tuhaf bir şey var sanki herkes ama herkes o gibi. Onun saç şekli, onun montu, onun kokusunu duyuyor gibi hissediyorsunuz. Seçici dikkatiniz ve uyarılmışlığınız artmış durumda. Burada noradrenalin ve dopamin beraber çalışıyor ve şimdiyse o zaman geldi, artık sürekli onu düşünüyorsunuz. Kendinize engel olamıyorsunuz. Mesaj attı mı, neden gelmedi. Takıntılı ve kontrolsüzce sanki siz değilmişsiniz gibi gelen davranışlar sergilemeye başlıyorsunuz. Neden mi? Sanırım artık biliyoruz. Çünkü, serotonin düşüşe geçti. Şimdi ise belki sevgilisiniz belki değilsiniz ama yan yanasınız ve fiziksel temasa geçiyorsunuz, bu sırada ne mi oluyor? Oksitosin devreye giriyor ve artık bağlılık, sevgi ve güven var. Dışarıdasınız, birisi sizinle ilgileniyor, sizden hoşlandığını belli ediyor ve siz ona açıkça ondan hoşlanmadığınızı ve ilgilendiğiniz başka biri olduğunu söylüyorsunuz. Evet tam üstüne bastınız, sadakat. Sadakat deyince ise aklımıza tabi ki vazopressin geliyor. Ve zaman ilerliyor. Aşkınız derinleşiyor. İlk zamanlarda yaşadığınız o aşırı yüksek ve fırtınalı duyguların yerini sanki derin bir huzur almış durumda. Bu eşsiz duyguya şaşırıp kalıyorsunuz. İçiniz huzurla doluyor, o kişiyleyken sanki uykunuz geliyor biraz mayışmış biraz huzurlu hissediyorsunuz çünkü endorfin salınıyor…
Aşkın yolculuğu tam olarak bu şekilde gerçekleşmektedir. Birçok farklı faktör, genetik, psikoloji, çevre ve hormonlar bu duyguyu oluşturmaktadır. Beynimizde aşkın izleri; bizlerin, aşkın beynimizdeki yolcuğuna şahit olmamızı sağlamaktadır. Her ne kadar bilimsel, evrimsel, biyolojik, psikolojik ya da toplumsal bir alt yapı arayıp aşkı kavram olarak bir yere oturtmaya çalışsak da aşk özel ve öznel bir duygudur. Her bireye göre bambaşka şartlarda ve bambaşka şekillerde gerçekleşmektedir. Her aşk ve her aşık benzersizdir. Bu benzersiz deneyim insanlık kadar eski, oldukça eşsiz ve derindir. Aşkın birazı beynimizde gizlidir birazı ise kalbimizin derinliklerinde, aşk hem somuttur hem soyut. Aşk tam olarak insan olmanın tanımıdır. Ve aşkın büyüsü de buradan gelmektedir.
Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?