Aşkın Nörobiyolojisi ve Sanata Yansımaları

Aşkın Nörobiyolojisi ve Sanata Yansımaları

Editör: Mertcan Yılmaz

Aşk, tarihin en eski sorularından biridir. Nedir bu duygu? Beyinde nasıl başlar, kalpte nasıl  yankılanır? Aşk başa gelince akıl seyahate çıkar mı? Felsefecilerden şairlere, ressamlardan  bilim insanlarına kadar sayısız kişi bu soruya yanıt aramış ve her biri kendi alanından  etkileyici bakış açıları sunmuştur. Biz de bu yazıda, aşkın nörobiyolojik temelinden  başlayarak sanatta edebiyat ve tiyatronun bu duyguya nasıl bir anlam kattığına değineceğiz. 

Beyin Aşık Olunca 

Aşk duygusunun sübjektif olması ve beyin görüntüleme tekniklerinin yetersiz kalması sebebi  ile aşk ile ilgili bilimsel çalışmalar 2000’lerde ancak yapılmaya başlanmıştır. Helen Fisher'ın  öncülük ettiği nöropsikolojik araştırmalar, aşkın beyindeki çok özel bir sinirsel düzeni  harekete geçirdiğini ortaya koyuyor. Fisher, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme  (fMRI) teknikleriyle aşık kişilerin beyinlerini incelediğinde ventral tegmental alan (VTA) ve  nücleus accumbens gibi dopaminle zenginleşmiş bölgelerin etkinleştiğini gözlemledi (Fisher,  2004). Dopamin, "ödül" sistemiyle ilişkilendirilen ve motivasyonu artıran bir  nörotransmitterdir. Bu nedenle, aşk bir "bağımlılık" hissi yaratabilir. Özellikle dopaminin 

tetiklediği bu süreç, aşık olduğumuz kişiye odaklanma ve onunla geçirilen zamanın doyumsuz  bir mutluluk getirmesiyle sonuçlanır.  

Bunun yanı sıra, serotonin seviyelerinde bir azalma gözlemlenir. Bu durum, takıntılı  düşüncelerin ve sevilen kişiye odaklanma eğiliminin biyolojik temelini oluşturur (Marazziti,  1999). Bu yüzden birçok psikolog aşkı patoloji olarak tanımlar. 

Sarılma hormonu olarak da bilinen oksitosin ve vazopressin gibi hormonlar ise bağlanma  duygusunu pekiştirir ve sevilen kişiyle güçlü bir duygusal bağ kurmamıza yardımcı olur. 

Fisher'ın yanında Bartels ve Zeki (2000) gibi nörobilimciler, aşık bireylerin beyin  taramalarında amigdala ve posterior singulat korteks gibi eleştirel düşünceyle ilişkili  bölgelerin etkinliğinin azaldığını gözlemlemişlerdir. Semir Zeki'nin liderliğinde yapılan bu araştırmada, aşık bireylerin sevgililerinin fotoğraflarına baktıklarında beynin "eleştirel  düşünce" merkezlerinden biri olan orbitofrontal korteksin aktivitesinin azaldığı gözlendi  (Zeki, 2007). Bu durum, neden aşıkken mantıktan çok duygularla hareket ettiğimizi ve küçük  kusurları görmezden geldiğimizi açıklayabilir. 

Başka bir deneyde, Aron ve arkadaşları (1997), aşık çiftlerin birlikte problem çözme  görevlerinde daha yüksek iş birliği gösterdiğini ve bu durumun, oksitosin düzeylerindeki  artışla ilişkili olduğunu bulmuştur. Bu, aşkın sadece bir duygu değil, aynı zamanda evrimsel  bir avantaj olabileceğini gösterir. Bir başka deney ise "aşkın bakış süresi" üzerine yapılmıştır.  Bir araştırmada, aşık bireylerin sevdikleri kişiye baktıklarında göz bebeklerinin büyüdüğü ve  daha uzun süre odaklandıkları gözlemlenmiştir. Bu durum, dopamin salınımının artmasıyla  ilişkilendirilir.

Sanatta Aşk 

Edebiyat, aşkın duygusal karmaşıklığını derinlemesine anlamamıza yardımcı olur. Ahmet  Hamdi Tanpınar, "Huzur" romanında, aşkın zamansız doğasını ve bireyin ruhsal boyutlarıyla  olan ilişkisini gösterir. İhsan ile Nuran arasındaki aşkın ruhani ve melankolik boyutlarını ele  alır: " Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı  verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir  ruh olarak çıkmaktır!” sözü ile aşkın, ruhun bir başka ruhla birleşme arzusu olduğunu dile  getirir. 

Tolstoy’un Anna Karenina romanında Anna’nın tutkulu ama trajik aşk hikayesi, bireyin  toplumsal kurallarla olan mücadelesini gösterir. Tolstoy’un betimlemeleri, aşkın bir yandan  insanı yücelten bir duygu, diğer yandan bir felaket olabileceğini açıklar. Gustave Flaubert, Madame Bovary adlı eserinde Emma Bovary’nin hayallerindeki aşkı  ararken gerçeklikten nasıl uzaklaştığını anlatır. Flaubert, Emma’nın romantik arayışlarının  sonuçlarını çarpıcı bir şekilde aktarır: "Aşk, sonsuz bir hayal kırıklığıdır." 

Şair Orhan Veli’nin "Beni bu güzel havalar mahvetti" dizeleri de aşkın insana kendisini  kontrol edemediği anlarda nasıl bir teslimiyet hissi verdiğini zarifçe dile getirir. 

Victor Hugo’nun Sefiller eserindeki Jean Valjean karakteri, fedakarlığın ve sevginin  dönüştürücü gücünü gösterir. Hugo, aşkı "ruhâni bir özgürlük"ün kaynağı olarak tanımlar. Aşk sınırlarımızı genişleten bir deneyimdir. 

Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi de aşkın nostaljik ve melankolik yüzünü anlamamıza  yardımcı olur. Kitaptaki "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum," cümlesi, aşık bireylerin  beynindeki dopamin patlamasını ve bu mutluluğun anısal doygunluğunu temsil eder. 

Søren Kierkegaard ise aşkı, insanın Tanrı’yla olan ilişkisini anlamasının bir aracı olarak  değerlendirir. Kierkegaard’ın "Korku ve Titreme" eserinde, aşkın fedakarlık gerektiren bir  eylem olduğu fikri vurgulanır: "Aşk, en büyük fedakarlıkta kendini gösterir." 

Platon, aşkı kurtların kuzulara duyduğu sevgiye benzetir. Kurtların alacakları haz ve  doygunluk hissi için kuzuların sonunu getirdiğini, her ilişkide bir av ve avcı olduğunu betimler. "Şölen" diyaloğundaki "idea olarak aşk" kavramıyla aşkın ruhsal boyutunu tartışır.  Ona göre aşk, bireyin kendi eksikliğini tamamlamak için duyduğu bir arzudur. Modern  psikolojide ise bu görüş, "bağlanma teorisi" ile yankı bulur. John Bowlby, aşkın aslında  güvenli bir bağlanma ihtiyacının tezahürü olduğunu söyler (Bowlby, 1982).

Adam Philips’in Kaçırdıklarımız adlı eserinde insanın eksik olduğunu yüzüne vuran bir aşk  tanımı vardır. “Aşık olmak varlığından haberdar olmadığınız bir hüsranın hatırlatılmasıdır;  birini istemiş, bir şeyden mahrum kalmışsınızdır ve sonra birden o şey karşınızda belirir. Bu  

deneyimle yenilenen yoğun bir hüsran ve yoğun bir tatmindir. Tuhaf bir biçimde sanki  beklediğimiz biri vardır ama o kişi gelene kadar beklediğinizin o olduğundan haberiniz  yoktur. Daha öncesinde hayatınızda bir şeyin eksik olduğunun farkında olun ya da olmayın,  istediğiniz kişiyle tanıştığınızda o farkındalığa erişirsiniz.” Yine aynı kitapta Lacan’dan alıntı  yaparak “Aşk, sahip olmadığınız bir şeyi var olmayan birine vermektir.” sözü ile hepimizin  eksik olduğunu, birbirimizi tamamlama arzusuyla aşık olduğumuzu ve aşık olduğumuz kişinin  gerçek halini değil de zihnimizde hayal ettiğimiz, algıladığımız halini görerek sevdiğimizi, bir  bakıma aşkın yanılma ve yanılsamalardan ibaret olduğunu bize vurgular. 

Shakespeare'ın Romeo ve Juliet oyunu aşk ile bütünleşmiş bir eserdir. Daha az bilinen Bir Yaz  Gecesi Rüyası adlı eserindeki “Aşığın kanatları vardır ama gözleri kördür.” sözüyle insanın  sevdiği kişiyi objektif bir biçimde eleştiremediğini, amigdala ve orbitofrontal korteks gibi  eleştirel düşünceyle ilişkili bölgelerin etkinliğinin azaldığını gösterir. 

Anton Çehov'un Martı oyununda, Nina'nın Trigorin'e olan çaresiz aşkı, karşılıksız sevginin  beyinde yarattığı stres döngüsünü dramatik bir şekilde resmeder. Şu replik ile aşktan kaçmayı  öğütler “Yüreğinde aşkın kıpırtısını duydun mu, yapılacak en iyi şey onu oradan kovmaktır.” 

Felsefi Derinlik: Aşk ve Kendilik 

Bazı psikologlara göre ise aşk, duygusal bir eylemdir. Duygularımız erken çocukluk  döneminde karşılanmamış ihtiyaçlarımızdan kaynaklanır. Karşılanmamış psikolojik  ihtiyaçlarımızı doyurmak üzere oluşturduğumuz öykü aşk; o hissi doyuracağını sandığımız  öykü kahramanı ise aşık olduğumuz kişidir. Başkaları değil de neden o kişiye aşık  olduğumuzu da yine öykümüz belirler. Öyküsü kendimizinkine benzeyene ya da o öyküde  bizim oynadığımız rolü tamamlayacak kişilere aşık olma eğilimi taşırız, fakat bu seçimi yapan bilinçdışımızdır. Kalemi tutan biz olsak da öyküyü kulağımıza fısıldayan bilinçdışıdır. 

Aşkın kültürel yönü de ağır basmaktadır. Hangi kültürde, hangi aşk hikayeleri ile  büyütüldüğümüz, o kültürde aşkın nasıl yaşanıldığı bizim aşkı yaşama biçimimizi etkiler. Sosyal normlar tarafından da aşk öykümüzün onaylanmasını bekleriz. Eğer aşk öykümüz  sosyal normlara göre onaylanmayacak bir ilişki türü ise o zaman bu içimizde çatışma yaratır.  Yapboz biz iken aşık olunan kişiyi yapbozdaki eksik parça olarak görürüz ve bu çatışma  durumunda o parça yapboza uyuyor gibi gelir ama bizi rahatsız eden bir parça olmaya da 

devam eder. Bu durumda kişi ya aşkını bastırarak kaçmayı sürdürür ya da aşkına yenik düşer.  Aşık olunduğunda beyindeki hormonların ve orbifrontal korteksin değişimi nedeni ile  duyguların mantığın önüne geçtiğini düşünürsek yenik düşmek daha olası görünmektedir. 

Aşkı anlamak, insanı anlamaktır. Beynimizdeki kimyasal tepkimelerle başlayan bu duygu,  edebiyat, sanat ve tiyatro aracılığıyla ruhumuza bir derinlik kazandırır. Aşkı sadece bir  biyolojik fenomen olarak değil, hayatın anlamını arayışta çıkılan bir yolculuk olarak da  kavramak gereklidir.  

Kaynakça 

• Aron, A., Fisher, H., Mashek, D., Strong, G., Li, H., & Brown, L. L. (1997). Ödül,  motivasyon ve duygu sistemlerinin romantik aşk ile ilişkisi. Journal of  Neurophysiology, 94(1), 327–337.  

• Bartels, A., & Zeki, S. (2000). Romantik aşkın nörobiyolojik temeli. NeuroReport,  11(17), 3829-3834. 

• Bowlby, J. (1982). Bağlanma ve Kaybetme: Bağlanma (2. baskı). İstanbul: Ana  Yayıncılık. 

• Fisher, H. (2004). Neden Aşık Oluruz? Aşkın doğası ve kimyası. (Çev. S. Yılmaz).  İstanbul: Hayat Yayıncılık. 

• Kierkegaard, S. (1843). Korku ve Titreme. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. • Lacan, J. (2001). Yazılar: Bir seçki (A. Sheridan, Çev.). Routledge. 

• Marazziti, D., Akiskal, H. S., Rossi, A., & Cassano, G. B. (1999). Romantik aşkta  trombosit serotonin taşıyıcısının değişimi. Psikolojik Tıp, 29(3), 741-745. • Pamuk, O. (2008). Masumiyet Müzesi. İstanbul: İletişim Yayınları. 

• Philips, A. (2012). Kaçırdıklarımız: Yaşanmamış hayatın övgüsü (F. Kuru, Çev.).  İstanbul: Doğan Kitap. 

• Platon. (2008). Şölen (A. Erhat, Çev.). Remzi Kitabevi. 

• Shakespeare, W. (1994). Romeo ve Juliet (S. Ş. Sıtkı, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi  Yayınları. 

• Shakespeare, W. (1998). Bir Yaz Gecesi Rüyası (M. F. Şengör, Çev.). İstanbul: Can  Yayınları.

• Tanpınar, A. H. (1949). Huzur. Dergâh Yayınları. 

• Tolstoy, L. (2014). Anna Karenina (S. Rifat, Çev.). İstanbul: İş Bankası Kültür  Yayınları. 

     • Zeki, S. (2007). Aşkın nörobiyolojisi. FEBS Letters, 581(14), 2575–2579.

Neslihan

neslihan.332010@hotmail.com
Mersin Üniversitesi


kalbe dokunan bir yazıydı, kalemine sağlık


TEMA AYARLARI