Karar vermek, hepimizin yaşamında bir noktada durduğu, gelen uyarıya verilen yanıt arasında yapılan muhakeme sonucu ortaya çıkan üst düzey bir zihinsel süreçtir. İnsan doğasının en önemli yeteneği ve düşünce sisteminin bir parçasıdır. Fizyolojik olarak karar vermenin beyindeki yeri ön lobdur; yürütücü işlevlerin (planlama, öz eleştiri vb.) yürütüldüğü noktadır. Ancak ventromedial prefrontal korteks, bu döngüye ödül mekanizması ile katılarak verilen kararın sonucunun fayda ve zararını gözetir. Karar verme mekanizmasını kendi içindeki sistemi ile inceleyelim. Bu sistemde iki farklı işleme türünden bahsedeceğim; ancak ondan önce sizlerle kısa bir beyin fırtınası yapalım. Hiçbir durum karşısında düşünmeden karar aldığınız oldu mu? Peki, duygularınızın etkisiyle verdiğiniz kararlarınız oldu mu? Hatta geriye dönüp, “Ya hu benim aklım neredeydi? Ben bu işi yaparken…” diye hayıflandığınız? İşte tüm bu durumların cevabı evet ise, o zaman hataların aktive kodu, beynin çabasız, denetimi olmayan, otomatik devrede olan deneyimsel birinci sistemin esiri olmuşsunuz demektir.
Tabii bu sistemin kabiliyetleri de yok değil; sonuçta insanız. Dezavantajlarımız kadar avantajlarımız da var ki, yaşıyoruz bu hayatı. Bu kabiliyetler, diğer canlılarla doğuştan itibaren benzerlik gösteren yeteneklerimizdir. Mesela, dünyaya gözünüzü ilk açtığınız andan itibaren çevrenizi anlamlandırmaya çalışır ve etrafınızdaki nesneleri tanımaya gayret edersiniz; çünkü bu, zihinsel ve bedensel gelişimin en büyük tetikleyicisidir. Böylece elde edinilen her bir deneyimden kavramlar oluşturur, sonra onları bir kategoriye koyarak şemalaştırırız ve bu deneyimlere dayalı olarak kararlar alırız. Hatta öğrendiğimiz şeyleri uzun süreli tekrarlı uygulamalar sonucunda otomatikleştiririz ve artık öğrendiğimizi düşünmeden yapar hale geliriz. Gülünç olan belki de şudur: İlk başta dikkatle düşünerek öğrenmeye çalıştığımız şeyi öğrendikten sonra, düşünerek yaptığımızda hata yapabilir hale geliriz. Mesela, araba sürmeyi düşünün; profesyonel sürüşlerinizde hiç tedirgin olmadan evinizin yoluna sürersiniz. Acemi sürüş denemelerinizde ise o yolu 10 tekrar sonrası varabildiniz belki de.
Her kararı o kadar kolay veremiyoruz, değil mi? Üstüne günlerce düşündüğümüz, dikkat ederek, didik didik ederek çaba sarf ederek, çeşitli muhakemeler sonucu verdiğimiz kararlarımızda ise ikinci sistem devrededir. Fark ettiyseniz, bu kararlar eğer sorgulanırsa, rahatça yanıt verebileceğimiz düzeyde olur; çünkü altında analitik düşünceler sonucu mantık yatan yanıtlar vardır. Aktif olan siz ve zihniniz olursunuz; ancak ikinci sisteme ulaşabilmek kolay değildir, çünkü birinci sistemin engeline takılır. Otomatik pilot gibi devrede olan birinci sistemin ulaşılabilirliği kolay olan yanlılıkları, kısayolları, engelleri ve temsilleri olan çıpalama etkisi oluşturan bilgileri vardır. İkinci sistemin kötü performansının bir sebebi var tabii, o da dikkat dağınıklığıdır. Ancak fark ettiyseniz, birinci sistemin tuzağına bu kadar kolay düşmeyen kişiler de vardır. O halde Stanovich’in sorduğu temel soruyu biz de soralım: “Bazıları yanlı karar almaya neden daha yatkın olurlar?” Cevabımız ikinci sistemin üzerine kuruludur. Zekâ ve rasyonalite zihnin iki ayrı parçasıdır. Üstün zekalı olanlar, rahatça zihinsel görevler arası geçiş yapıp zorlu hesapları kolayca yaparken, pratik zekalarını kullanmaları gereken sorularda performansları düşer. Çünkü zekâ tek başına sizi yanlılıktan alıkoymaz. Bunun için rasyonalite yeteneği –yavaştan, derinden, irdeleyerek düşünmek– zihni yanlılık tuzağından alıkoyar. İşte biyopsikososyal bir varlık olan insanın karar vermede kullandığı birinci sistemi sezgili ve dürtüsel, ikinci sistemi ise mantıklı ve temkinlidir. Ancak unutulmamalıdır ki birinci sistemi devre dışı bırakmak o kadar da kolay değildir.
Çok teşekkürler...bilgi ve birikiminizin devamını dilerim .
bu değerli yazı için tebrik ediyor ve devamını diliyorum ☺️