İnsanın olmadığı; adından, varlığından, bahsetmediğimiz bir yer var mı? Bir insanın başka bir insana etkisi toplumları tahmin ettiklerinden daha derin yerlere sürükleyebiliyorken yazarlarımızın bu olanlara kayıtsız kalması imkânsız. Kayıtsız kalsalardı Dostoyevski Suç ve Ceza’yı yaratabilir miydi, Mehmet Rauf Eylül’ü, Oğuz Atay Tutunamayanlar’ı bu kadar derin, dokunaklı, sürükleyici yazabilir miydi? Daha yeni olmasına rağmen psikolojinin etkilerini romanlar da bulabilecek miydik? İki kavram psikoloji ve edebiyat. Bu iki kavramın birbirlerinin nasılda tamamlayıcısı olduğunu özellikle Dostoyevski kalplerimizde büyük izler bırakarak gösterdi bizlere. Bir yandan kahramanın kendisiyle olan iç hesaplaşması bir yandan edebiyatın ince işçiliği, ikisi birbirleriyle yapboz parçaları gibi kaynaştı ve ortaya Dünyanın dört bir yanında hala kendisinden söz ettiren bir roman çıktı.
Peki bu roman ilk yazıldığı dönemde neden insanlar tarafından hiç anlaşılmadı, karşı çıkıldı ya da o zamanlar gereken değeri göremedi de çok sonra adından fazlaca söz ettiren bir kitap haline geldi? Yalnızca Suç ve Ceza değil Tutunamayanlar, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Eylül … Bu sorunun net bir cevabı var aslında: Edebiyatımız; psikolojinin insanı peşinden sürükleyen, kahramanıyla birlikte kendisinide düşünmeye, kendi içinde tahliller etmeye çağıran derinliği içinde akıp gitmeye başladı. Berrak bir suyun pürüzsüzce akışı gibi. Sanatçılarımız bu engelsiz akıntının derinliklerinde kendi içlerini, kalplerini, duygularını daha iyi dinleyebildi belki de. Kendilerini buldular, toplumun başyapıtı olan insanları daha iyi anlayabildiler, onların düşüncelerini kendi düşünceleriyle bir araya getirdiler. Eserleri oluşturan kahramanlar, kahramanları oluşturan ise onların biricik yaratıcıları sanatçılarımız. Aslında biz farketmesek de en iyi yaptığımız işler içlerinde kaybolup gittiğimiz eylemler. Bugün en değerli sanatçılarımız yıllar geçmiş olmasına rağmen neden kitap raflarında hala en ön sırada, neden onların kitaplarından her bahsettiğimizde tüylerimiz diken diken oluyor? Çünkü onlar en zoru başardı. Kaybolan benliğimizin elinden tuttular, karmaşık psikolojimizin sözcüsü oldular, kendi iç karanlığımızdan sıkışıp kaldığımız duygularımızdan kaçarken pusula oldular çoğu kalplere. Bunu başarabilmek, okuyucuya dokunabilmek, yönümüzü bulmak için karışık duygular içinde kâğıdın zevk veren kokusu eşliğinde o satırlar arasında zihinleri dinç tutmak diğer sayfaya geçmeyi heyecanla beklemek her yazarın kalemine yakışır bir durum değil. Kim bilir çoğu psikolojiyle harmanlamış edebi romanların insanlar tarafından ilk çıktığında kabul edilemeyip anlaşılamamasının sebebi okuyucuların kendi içlerindeki duyguların okuduğu soyut bir kahramanda da olması durumunu kabullenemeyip, bunlarla yüzleşmekten korkmalarıdır. Okudukça o duygular kalbimizde kendine yer bulmaya başladı, cümleleri tek tek okuyan zihnimiz aradığı sorulara cevaplar bulmaya başladı ve aslında yazılanların hiçte yabancı olmadığını sadece içimizdekilerin satırlara inci gibi sıralandığını anladı. Zaten kitabın yazarı; toplumu inceledi,süzgecinden geçirdi ve gerisi gelmeye başladı. Yazar bunu o kadar ince işçilikle, ömrünü vererek, kendisini odalara kapatarak, bazen isyan ederek ama asla pes etmeyerek zorlu bir süreç sonucunda ortaya çıkardı. Her bir mürekkep damlasının buram buram insan psikolojisi koktuğu bir edebi ürün ve her şeyin ilacı olan zaman bizlere bu türü sevdirmeyi, kabullenmeyi kendi isteğimiz ile öğretti. Çünkü kimsenin derdine derman olan bir ilacı almayı reddetmeyeceği gibi bu türü de reddetmesi düşünülemezdi.Bizler beşerî bir faktörüz ya zarar veriyoruz ya da bu dünya için iyi bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. İyi eylemlerde bulunuyorsak bu güzel bir durum ama zarar veriyorsak buna kayıtsız kalmak imkânsız. Bir doktor hasta bir insan gördüğü zaman onu göz ardı edemez ya da bir anne aç olan çocuğunu gördüğü zamanda aynı şey geçerli. İşte kendisini yazmaya adamış bir sanatçı içinde durum bu iki örnek gibidir. Onlar; olan biteni görmeyeyim, insanların ne yaşadığı benim için önemli değil, herkes kendi yağında kavrulur, ben fildişi kuleme çekilipte yazımı yazayım gibi cümleler kurmazlar daha doğrusu kuramazlar. Çünkü bu sanatçılarımız kendisini içinde doğduğu,büyüdüğü, olgunlaştığı, çıraklıktan ustalığa evrildiği toplumunda bencilce davranamayacağını,onlardan kaçamayacağını çok iyi bilir. Olan bitene kayıtsız kalamayacağını da. Dışarıda yaşanılanlar onu derindenetkiler, karamsarlığa, umutsuzluğasürükleyebilir. Tüm bu olup bitenler onun ruhunda daha derin izler bırakır ve izler düğüm haline gelebilir. Zaman geçtikçe canını acıtmaya başlar bu düğümler, kaybolur kendi içinde ve en sonunda dayanamayıp bir çözüm arayışına girer; kulak verir kalbine, ruhuna.İçindeki çığlıkların çözümünün kâğıda dökmek olduğunu anladığında milyonlarca insanın kalbinde yer bulacağından haberi yoktur sanatçımızın. Bu çığlıkları hemen anlamak kolay olmadığı için uzun bir zaman ve sabır gerekir. Bu uzun uğraş ve belki de sancılı bir sabır sürecinin ardından bizler bazen Suat, bazen Turgut, Raskolnikov, bazen ise yaratıcısı tarafından ismi verilmek istenmeyen bir Genç olduk. Evet, biz onları hiç görmeden gönülden bir bağ oluşturduk ve birbirimizin en iyi dostu olduk.
Hangi okuyucuyu mu isterim, en bağımsızını; beni, kendini ve dünyayı unutup yalnız kitabın içinde yaşayanı
GOETHE
Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?