Bugün terapiye gittim. Yalnızca adım atmadım oraya; sanırım içimde anlam veremediğim her şeyi benimle beraber oraya götürdüm. Aylardır randevu alıyor ve iptal ediyordum. Hatta gidip kapıdan döndüğüm, otobüsü kaçırdım diye iptal ettiklerim bile oldu. Eğer bu ilde yer alan psikiyatrist ve psikologların bir kara listesi varsa, tam olarak en başında ben olabilirim. Ben dürüst biri olarak bilinirim ama insanın kendine dürüst olabilmesi bambaşka bir beceri. Şimdiyse burada olmamın bir sebebi vardı, biliyordum. Benim anlaşılmaktan çok kendi sesimi duymaya ihtiyacım vardı. Nitekim benim kadar korkak biri için bu oldukça cesur bir hareketti.
Galoşları giyerken ellerimin terlediğini fark ettim. Şimdi neden böyle olmuştum bilmiyordum ve zihnimin dağınıklığıyla başa çıkamıyordum. Ne konuşacaktım ki? Her şey dağılıyor gibiydi. Beni içeri davet etti ve koltuğu gösterdi. Koltuğa oturduğum anda zihnimin dağınıklığını fark ettiğine emindim.
Konuşacağımı sanmıyordum. Hem kimse beni duymuyordu hem de bugüne dek bana bir faydası olmamıştı. Zaten ne zaman konuşmaya kalksam midemde bir şeyler sıkışıyordu, sanki her an kusacakmışım gibi...
Oldukça derin bir sessizlik hakimdi. Karşımda oturan ve konuşmayan bu kadın sanki gözleriyle konuşuyordu. Gözlerimi çekmeye çalıştım. Ellerim, koltuğun kenarından sarkan ufak püsküllerde geziniyordu. Biz bu suskunluk anındayken bir şey oldu. Ses çıkarmama engel olan, boğazıma yumru gibi takılan ne varsa birer birer çözülmeye başladı. Sanki o sessizlikte bana seslenen göremediğim bir güç vardı. Ve ben de o sese yanıt vermiştim.
İlk cümlem neydi bilmiyorum. Tam hatırlamıyorum. Orası sanki çok uzakta, hiç yaşanmamış bulanık bir anı gibi geliyor gözlerimin önüne. Ama kelimelerim birbiri ardına sıralanıyordu, kendimi durduramıyordum. İçimde büyük kalabalıklar vardı. Hep hareketli. Ama kimse konuşmuyordu. Gün içinde sürekli karşılaştığımız ama kim olduğunu bilmediğimiz insanlar gibi. Bu kalabalıkta içimde öylece akıp gidiyordu. Ve ben durmadan uzaktan onları izliyor fakat hareket edemiyordum.
O kalabalıktan bir anlığına kendimi kurtardım ve terapistime şöyle dedim:
— Biliyor musunuz? Bir şeyleri anlamanın ve bilmenin iyi olduğunu ve insanın yaşama olan cesaretini artırdığını düşünürdüm. Ama öyle değilmiş. Bir şeyleri biliyor olmak, onları yaşamaya yetmiyormuş.
Terapistimse bana şunları söyledi:
— “Ama bak şu an buradasın. Sadece burada olman da bildiğin şeyleri yaşamaya olan inancını ve cesaretini göstermez mi?”
Sonra terapistime gece gördüğüm rüyadan bahsettim.
— “Bir evin içindeydim. Evin her odasındaysa kendini asan kadınlar var. Hiçbirini tanımıyorum ama sanki tanıyormuşum gibi. Garipti. En az kafam kadar karışık bir rüyaydı. Ama beni uyandırdı. Eğer uyandırmasaydı, sanırım bir daha buraya gelecek cesareti kendimde bulamayacaktım.”
Terapistim, yumuşak bir sesle şunu söyledi:
— “Bazen zihnimiz, duygularımızın bizlere anlatamadığı, görmekten korktuğumuz ya da kaçtığımız şeyleri, rüyalar aracılığıyla ortaya çıkarır.”
Oldukça derin bir iç çekişten sonra şunları söyledim:
— “Biliyorum, ben bunların farkındayım zaten, ama yine aynı yerde buldum kendimi. Kaosun farkındayım, ama neden ben, neden hep o fırtınanın merkezinde olan benim? Bu herkes de mi böyle, yoksa bana mı özel?”
Boğazım düğümlendi. Ağlamak istedim. Ama olmadı. Terapistim bunu fark etti.
— “Bazı duyguları ortaya çıkarabilmek bazen zaman alır. Bazense hiç beklemediğimiz bir anda olur bu duygunun ortaya çıkışı. Ve her yeni yaşadığın duyguda kendini toparlamaya çalışmaktansa, bu sefer dağınıklığın sana ne anlattığını dinlemeye izin vermen gerekir, bunu denemek ister misin?”
Bir süre bu cümlenin içinde takıldım. Hiç fark etmemiştim. Sanki her dağınıklık her zaman toparlanmak zorundaymış gibiydi, kanunmuş da yasalarla korunuyormuş gibi. Bu düşüncem beni güldürdü. Kendi kendime neden güldüğümü terapistime anlattım.
Terapistim, hafif bir gülümsemeyle dedi ki:
— “Tarihte kanunları sorgulayanlar hep cesur insanlar olmuştur. Ve sen de bu sorgulamayı başlattın. Sence bu oldukça büyük bir adım sayılmaz mı?”
Çıkarken istemsizce teşekkür ettim. “Bu seans bana harika geldi,” diyemem; kötü müydü? yani sanırım onu da diyemem. Değişiklik henüz yoktu, biliyordum. Ama içimde bir kıvılcımı ateşlemiştim.
Ruhumun ağırlığı hâlâ yerli yerindeydi, ama zihnim sanki kendi dağınıklığıyla barışmaya dünden razıydı.
Bugün seans odasına girdim. Ama bu sadece fiziksel bir orada bulunma hali değildi. Uzun zamandır karışmış olan hayatıma bir bakıştı. Biliyorum, terapistime içimi tam anlamıyla anlatamadım, hatta ağlamaktan konuşamazsam diye korku dolu girdiğim bu yerde ağlayamadım da. Ama orada, kendimleydim ve kendi sesimi duyduğumu hissettim.
— “Bugün küçük bir kıvılcım yaktım. Ve ben biliyorum ki küçük kıvılcımlar büyük devrimler yaratır, bu da içimde büyüyebilecek bir duygunun başlangıcı.”
Terapistimin de dediği gibi:
— “En büyük cesaret, insanın kendi ruhuna bakabilmesinin cesaretidir. Çünkü dışarıya bakan rüya görür, içeriye bakansa uyanır...”
Yorumlar
(Yorumları Gizle)Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?