Bir olayın önceden gerçekleşebileceğini öngörmek ya da öngörmeye çalışmak “kehanet” olarak isimlendirilir. Bu yazıda amacımız “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” ifadesini de kullanarak Kral Oidipus’u cinsellik bağlamında kuramlaştırarak açıklamaktır.
Başlamadan belirtilmesi gereken en önemli nokta, Kral Oidipus’u daha önce inceleyip psikolojiye Oidipus Kompleksi olarak katan Freud’un kavramına değinilmesine karşı eleştiri de göstererek farklı bir bakış açısıyla olay ve mit ele alınmıştır. ‘Kehanet’ olarak yeniden ele alınan bu dizelerde ilk olarak Kral Oidipus'un yazarı Sophokles’i, ardından Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi’nde yayınlanan Kral Oidupus’u, Freud’u ve Freud’a ait olan Oidiupus Kompleksi’ni son olarak da günümüz dünyasında cinsellik bağlamıyla kuramlaştırılmasını inceleyeceğiz. Yazının genel ilerleyişinin içinde çokça Oidupus Kompleksi dışında kuram ele alınmaktadır. Felsefenin Psikolojideki önemi vurgulanmıştır.
Sophokles’in hayatını incelemek ve öğrenmek başlıca konumuzdur. Kişinin yaşadığı hayattan etkilenmeyip, kendi hayatından yola çıkmadan tamamen kendinden bağımsız bir eser yazması mümkün değildir. Dolayısıyla günümüzde hâlâ konuşulan Kral Oidipus mitinin yazarı olan Sophokles’in hayatı kuramların ve özellikle cinsellik açısındaki kavramların temelini oluşturmaktadır.
Sophokles M.Ö. 495 yılında Kolonos’ta doğmuştur. Sophokles’in doğduğu dönem kadar doğduğu bölge de yaşantısına ve doğal olarak eserlerine yansımıştır. Kolonos, Sophokles’in yaşadığı dönem içerisinde bir köy ya da kasaba olarak bilinmektedir. Günümüzde Atina’ya bağlı bir mahalle olmasına karşın Sophokles’in yaşadığı dönemde Atina’nın küçük bir bağlantısı yani kasabasıydı. “Oidipus Kolonos’ta” adlı eseriyle de ortaya çıkardığı kitap ile beraber Kolonos’un Kral Oidipus üzerindeki etkisini göstermiştir. Kolonos üzerinde en önemli nokta, Atina’ya bağlı olmasına rağmen Atina içerisinde bulunmamasıdır. Nitekim Sophokles de yaşadığı dönem içerisinde hem Atina içinde gerçekleşen siyasi olaylardan etkilenmiş hem de uzak kalarak daha çok dışarıdan bakma fırsatı bulmuştur. Sophokles’in bulunduğu dönem ve yaşadığı kasaba Kral Oidipus eserini yazmasına neden olduğunu görülmektedir. Sophokles, günümüze kadar ulaşmasını sağlayan üç önemli tragedya da bırakıp M.Ö. 406 yılında vefat etmiştir.
Freud’un psikolojiye olan katkısı yadsınamaz bir gerçektir. Kendi yazdığı kavram ve kuramları dahi defalarca kez gözden geçirdiği bilinmektedir. Freud’un kızı Anna da psikolojiye birçok katkı sağlamıştır. Anna’nın psikolojiye olan ilgisinin babasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Freud’un danışanları genellikle yetişkinlerden oluşmaktadır. Babası Freud’un aksine Anna ise genellikle çocuklarla ilgilenmiştir ve kendisi de çocuklarla ilgili yaptığı çalışmalar sayesinde bilinmektedir. Anna aslında başlı başına Oidipus Kompleksi için de Kral Oidipus için de ele alınması gereken bir kişidir.
Anna O. vakasının yanı sıra, Freud’un etkilendiği ve eserlerini sıklıkla okuduğu bir yazar olan Dostoyevski’nin eşinin adı da Anna’dır. Büyük bir Dostoyevski okuyucusu olarak söyleyebilirim ki, Freud yaptığı çalışmanın çok ötesinde bir bilgi bırakmıştır.
Oidipus Kompleksi’ni incelerken Dostoyevski’nin eserlerine de bakılması gerekmektedir. Freud’un kızına Anna ismini vermesi ile Dostoyevski’nin eşinin de adının Anna olmasına bakılırsa, yazdığı kuram aslında kendi bilinçdışında çoktan yazılmıştır. Anna O. vakası da Freud’un etkilenmiş olduğu bir diğer olaydır. Freud’un kızıyla olan yakınlığı ve kızının da psikolojiyle ilgilenmesi tesadüfi bir hayat olgusu değildir. Freud’un psikolojiye olan katkısının büyüklüğü ortada olmakla beraber kızını da çocuklar üzerine yaptığı çalışmalarıyla bilmekteyiz. Freud’un hayat ve yaşantısının da yazdığı kuramdan bağımsız olmadığını ifade edebiliriz. Kral Oidipus’u incelemeden önce Sophokles’in incelenmesi gerektiği kadar; Oidipus Kompleksi’ne bakmadan önce de Freud’un hayatının incelenmesi gerekmektedir.
Freud tarafından geliştirilmiş psikanalitik bir kavram olan Oidipus Kompleksi günümüzde psikoloji açısından önemli bir konumda olduğu görülmektedir. Freud erken gelişim dönemlerine fazlaca odaklanmıştır, dolayısıyla cinselliğin bir dürtü olarak bilinmesini de göz önünde bulundurarak Oidipus Kompleksi’ni psikolojiye kazandırması şaşırtıcı değildir. Erken gelişim dönemi denilen 3-6 yaş arasında bulunan çocukların karşı cins ebeveyne cinsel bir arzu ve aynı cins ebeveyne karşı da rekabetçi yaklaştığını öne sürmektedir. Aslında kısaca bakacak olursak cinsellik; tıpkı yeme içme, barınma gibi doğal faktörlerden oluşmaktadır. Dolayısıyla karşı cinse duyulan cinsel arzuyu, cinselliğin ilk aşaması ve cinselliğin aslında mecburen karşı cins ebeveyne tutum olarak ifade edilmesi gerekirdi. Freud kavramı içerisinde direkt olarak karşı cins ebeveyn ile cinsel bağlamı, onun eleştirilmesine neden olmaktadır. Sophokles’in kehanet yaklaşımına dikkat çekmesi de gerekirdi. Ayrıca karşı cins ebeveyne cinsellik bağlamının da doğru olduğu kadar ifade biçiminin yanlış olduğunu görmekteyiz. Karşı cinsle ilk temas ve yakınlaşmamız doğal yaşam içerisinde elbette ebeveyn ile olacaktır.
Cinsel dürtülerin kendini aktifleştirdiği ilk süreçte hatta doğum ve anne karnından itibaren, çocuğun da ilk olarak karşı cinsi tanıması baba ya da annesiyle olmaktadır. Sonuç olarak, temas ve yakınlaşma gibi kavramların doğduğu süreçte karşı cinsle olan ilk yakınlaşma da cinselliği bağdaştırmaktadır. Kavramın genişletilerek açıklanması gerekmektedir. Kral Oidipus bir mitolojik hikaye olmakla beraber doğuştan gelen cinsel dürtülere odaklanmamaktadır. Freud’un Oidipus Kompleksi kavramı doğru olmakla beraber odaklandığı tema olan Kral Oidipus hikayesini direkt örnek olarak ortaya koyması doğru değildir. Cinselliğin doğuştan gelen bir dürtü olduğunu, ebeveynlerle ilk temas hallerinin gelecekteki yaşantımıza hatta bağlanma türlerimize kadar etkili olduğunu, cinselliğin normal olduğu kadar karşı cins ebeveynlerde hissedilmesinin de doğal olduğuna dikkat çekmesi gerekirdi.
Oidipus, Apollon tarafından yazgısı lanetlenmiş olarak kabul edilmesiyle olaylar ortaya çıkmaktadır. Babasını öldürüp annesiyle evleneceği kehanetinin duyulmasıyla beraber, anne ve babası Oidipus’u daha çok küçük yaştayken bir çobana verirler. Oidipus büyüyüp bu hikayeyi öğrendiği zaman ailesinden kaçar ve yolda gerçek babasıyla karşılaşır. Babasının o olduğunu bilmeden öldürür. Kendi kendini gerçekleştiren kehaneti ortaya çıkarır. Bebeğin annesine olan yakınlığını cinsel dürtüsüne yorumlamak gerekir. Anne figürü aslında vajinayı, doğurganlığı düşündürür. Vajinanın hem cinsel hem de doğurma işlevi görmesi doğuştan gelen dürtüleri gösterir.
Oidipus dahilinde bakıldığında Elektra Kompleksi kavramı da vardır. Mitte Oidipus’un babasına olan düşmanlığının oluşmasının asıl sebebinin taht kavgası yaratma ihtimalinden olduğunu söyleyebilirim. Taht kavgası bir kralın oğlu için zaten kaçınılmazdır. Nitekim durumu önceden kehanet etmek normalleşebilir. Mitte taht kavgası gibi bir olay meydana gelmemektedir ancak olmadığı anlamına da gelmez. Bilakis kavganın büyüklüğünün kavgayı bile yok ettiğini gösterir. Taht kavgasının aslında aynı cins ebeveyne karşı olan kıskançlığı tasvir ettiğini gösterir. Taht ve krallık oradaki prestiji, kıskançlığı, ebeveyne olan tutumu tasvirler. Oidipus’un kendi hikayesini öğrendiğinde kaçması, aslında doğduğu vajinaya bilinçdışı koştuğundan dolayı olmuştur.
Oidipus, babası olduğunu bilmeyerek babasını öldürür. Metafor burada kişinin içgüdüsel olarak aynı cins ebeveyne sahip kıskançlık ve nefret duygusunu ifade eder. Sophokles’e ait olan diğer önemli eser Elektra’dır ve bu kıskançlığının tanımına Elektra denilebilir. Freud yine buradan yola çıkarak Elektra Kompleksi kavramını ortaya çıkarmıştır.
Kişinin saplantılı davranışlarının çocukluk dönemi ebeveynlerinden dolayı meydana geldiğini söyleyebiliriz. Mit üzerinden örnek verecek olursak, Oidipus yolda karşılaştığı herhangi birini öldürmüştür. Saldırganca bir davranış ortaya koyması, Oidipus’un küçük yaştan itibaren ebeveynlerinden ayrı kalmasından kaynaklı olduğunu düşündürür. İnsancıl psikolojiye göre kişinin kendini gerçekleştirme sürecinin bir parçası cinselliktir. Oidipus, kehanetini gerçekleştirmesiyle beraber insancıl psikolojiye de uyum sağlamaktadır.
Felsefe günümüzdeki birçok bilimin doğmasına yol açmıştır. Matematik, kimya gibi birçok bilimin kaynağıdır. İçerisinde en önemli ve hâlâ dönüp bakılmasını vurgulayan bilim ise psikolojidir.
Bu yazıda da görüldüğü üzere bir kuram birçok olay ve kişiden oluşmaktadır. Aristoteles’in Poetika’sından etkilenen Sophokles, çocuğuna da Ariston ismini vermiştir. Dostoyevski’nin eşinin adını Freud’un kızına koyduğunu iddia etmem de tesadüfi değildi. Felsefenin daha çok incelenmesi gerektiğini göstermektedir. Kuramlar isim olarak öğrenilir. Fakat kuramları anlamak için doğdukları yere dönmeliyiz. Bilim bir insan vücudu olsaydı, felsefe de vajina olabilirdi. Felsefe bir anne ve diğer bilimler de çocuklarını tasvir edebilir. Kavramları anlamak için temele yani anneye -felsefeye- bakmamızın önemini vurgulamak gerekir.
Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?