Bu odada, ışığın bile üzerine demir parmaklıkların gölgesi düşüyor. Bu odada umutlar zayıf, çelimsiz… Burada umutların beline balta vurulmuş, dalları budanmış. Sonra bir bahçıvan geçmiş, “Umudun karşısına yeşer, bakalım,” demiş. Umut denemiş ama bahçıvan bir dal daha kesmiş. Bahçıvan, umudu suçlayarak, “Kabahat senin, yanlış yerden budadın,” demiş. Umut durulmuş, sakinleşmiş ama tükenmemiş; o eski güçlü hâlinin hayaline tutunmuş. Bahçıvan yine yetinmemiş ve umuda tekrar “Dene,” demiş.
Umut durur mu? Umut, bu durmak nedir bilmez; ucu bucağı yoktur. Peki, iyi midir böyle olmak? Gerçeklerden kaçmak mıdır? Yoksa yaşama sıkıca tutunmak mı? Bilmiyorum. Ama biliyorum ki umut durmaz. En kuruduğunu sandığı anda bir damla düşer umudun köklerine. Başta anlayamaz; bu tek damla, gelecek olan yağmurun habercisi sanır. Belki de öyledir, kim bilir. Ya da değildir.
Umut, yenilmek nedir bilmeyen bir arsızdır ve bu damla, başkasının yağmurundan çatıda kalan, ona isabet etmiş sıradan bir damladan farksızdır. Nitekim öyle olmuş: Umut budak vermiş, daha yükseğe ve sessizce. Bahçıvan bu sefer görür görmez budamamış. Umut, yeni dallarına gün geçtikçe alışmış. İyice yeşermiş dalları, umudu görenleri imrenerek bakmaya sevk etmiş ama umudun asıl merak ettiği şey, bahçıvanının gözlerindeki gururmuş. Ve bahçıvanın gözleri âmâ… Umudun en güzel dallarını bu odada köreltmiş.
Umut bir daha dallanamaz olmuş. Hep “Bittim,” dediği yerden yeniden başladığını hiç unutmamış ama bu sefer ne yağmur başlamış ne de çatıdan damla süzülmüş. Umut ölmüş. Oda kararmış. Pencerelerden yeni dallar süzülmüş içeriye ama oda kararmış bir kere; bu güneşten yoksun, rutubetli yerde barınamaz olmuş dallar. Zamanla onlar da vazgeçmiş bu direnişten; toz toprak kalmış dallardan geriye, odada.
Yine de yaşam var gibiymiş hâlâ odada. Topraktan gelenler, toprağa gidecekleri günü beklerken toprakla yaşamaktan çekinmemişler. Derken soğuk, gri bir rüzgâr esmiş tahta çerçeveli camlardan. Odanın içi toz… Odanın içi harap olmuş. Yine de direnmeye devam etmiş, ölene kadar yaşamayı mecburen göze alanlar burada. İşte böyle bir odada, böyle bir ahval içinde…
Bunun gibi bir odanın manzaraya ihtiyacı yok diye düşünmüş olsalar ki pencerelerin önüne binalar dikilmiş uzun uzun. Bu hâliyle bile nefes alınmış, nefes verilmiş odada.
Yaşamak; beslenmek, nefes alıp verebilmek, düşünebilmekse, evet, yaşanmış bu odada. Ama yaşamak bu değildir, zanlımca. Öyle görünüyor ki şimdi odadayım ama burada yaşanmıyor. Yaşamak için umut lazım ama burası umudun cinayet mahalli; yaşamak için hayal lazım ama hayal bu odada rutubetten barınamamış. Hayal, güneşe sevdalıdır; gökyüzüne bakar daima, umutla beslenir ama bu odada pencereler yok, bu odada umut yok. Yaşamak için istek lazım; her sabah yeniden uyanmayı istemek… Ama bu odada, her akşam ölmeyi dileyerek yatmak var.
Bu evde bir tek bu oda var, bu odada bir tek ben. Bu odada yeşermişti umutlar, bu odada öldürüldü. Bu odada kurulmuştu hayaller, bu odada yıkıldı. Ve ben, bu odada ilk nefesimi almıştım; bu oda, son nefesimi vereceğim. Bu odada kuracağım son hayalimi, bahçıvanım gelmeden önce...
Yüzüme vuran bir güneş hayal edeceğim.
Bana kollarını açan bir bahçe,
Sokağında yürüyeyim diye canlanan bir bahçe…
Birkaç dal daha tırmanmak için dizimi kanattığım bir ağaç…
Ve geride kalacak hepsi, bakacağım hayallerime.
Gözümün önünden geçecek mutluluklarım.
Sevgiye açacağım kollarımı, kucaklarcasına.
Tıpkı eskisi gibi içime çekeceğim huzuru.
Ama nafile!
Hâlâ yerimde olacağım, kasvetin içinde.
Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?