Zorba: İnsana Unuttuklarını Hatırlatan Bir Analiz

Zorba: İnsana Unuttuklarını Hatırlatan Bir Analiz Neslihan Kitap Önerileri: Ruhun Kitaplığı 14 Temmuz 2025217 Görüntülenme Okuma Süresi: 5 dk.

Zorba: İnsana Unuttuklarını Hatırlatan Bir Analiz

Editör: Selma İnci

“Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım sevdalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir. Sonuna kadar git be insan!” (2019: 261)
 – Alexis Zorba

Zorba, Nikos Kazancakis’in unutulmaz romanı ve Mihalis Kakoyannis’in 1964 yapımı etkileyici filmiyle hafızalara kazınmış bir yaşama karşı duruş örneğidir. Kitaptaki Alexis Zorba, yazar Nikos Kazancakis’in  gerçek hayatta karşılaştığı ve çok sevdiği birisidir. O gerçek bir karakterdir. 

Bazılarımız Zorba’yı Sirtaki dansıyla tanıdık bazılarımız ise dağlarda taşlarda yankılanan kahkahasıyla ama zorba kendini bize en çok bastırdıklarımızı göstererek tanıttı. Unuttuğumuz özgürlüğümüzü, susturduğumuz isteklerimizi, zincirlerimizi ve disipline ettiğimiz yaşama sevincimizi.

Bu yazıda sadece bir karakteri değil yaşamı, kendini anlamaya çalışan, ikilemlerde kalan, kararsızlık çemberinden kurtulamayan her bireyin kendinden bir parça bulduğu içsel çatışmaları, bastırılmış arzularını, varoluş çatlaklarını ve dönüşümlerini konuşacağız. 

Şair İsmet Özel’in (2013: 7) “Yaşamayı bileydim, yazar mıydım hiç şiir?” sözünü destekler nitelikte yaşayanların yazmaya vakit bulamadığı, yazanların ise yaşamayı bilmediği bir örüntüde diğer kitaplardan farklı olarak bu sefer yaşayan bir insanı, izleyen birisi anlatmıştır. Bu kadar etkili olmasının bir sebebi de bu olsa gerek.

Zorba adlı romanda ve aynı isimli filmde iki başkarakter vardır, Zorba ile Patron(yazar). Bu iki karakter birbirinin zıttı gibi görünse de aslında birbirlerini dengelerler.

Alexis Zorba, kendini çoğu inanıştan, mitten, vatandan kurtarmış, bunları geçmiş ve bir silkinişte neredeyse hepsini üzerinden atmış bir karakterdir. Zorba sanki her şeyi her gün ilk kez görmekte ve yaşamaktadır. Yunusu gördüğü andaki sevinci, sigarayı yavaşça tadına vararak içişi, hayata olan bağlılığı ve yaşama sevinci bizi bir yandan eksik hissettirirken bir yandan da kendisine hayran bıraktırır. Onun için yemek, içmek, santur, dans ve kadınlar paha biçilmezdir. Dürtülerinin izinden giden bir karakterdir ve bu yönüyle Freud’un (2022) topografik kişilik kuramında ilkel benliği ifade eden idi temsil eder. Jung’cu (2003) arketiplerle bakarsak, “vahşi adam” arketipidir. Gölgedir. Bastırılmış doğaya, bedene ve içgüdülere duyulan özlemi temsil eder. 

Zorba, özgürlüğüne düşkün olsa da yeri geldiğinde sorumluluklarını ihmal etmez. Çalışkandır, çalışmayı kafa dağıtmak olarak görür. İşini yaparak kendini bulacağına inanır. Zorba’ya göre insan kendisine verilmiş yetenek ne ise ona yüzde yüz kendini vermelidir. Aynı zamanda yenilgileri de pek umursamamaktadır. Ona göre yenilgiler hayatın kaçınılmaz parçalarıdır, yenilginin sürekli olarak tadılması ile hayatın zaferlerinin tadına varılabilir. Bu düşünce şekliyle de cesur birisi olduğunu anlarız. Ancak bu samimi ve gerçek karakterimizin iki büyük korkusu da vardır; yaşlanmak ve erkekliğini yitirmek. Belki ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır. Öte yandan Zorba için kendini ifade edebilmenin yegâne yolu rakstır. Çok mutlu olduğunda yahut üzgün olduğunda onun başvurduğu yöntem raks etmek ve duygularını bu sayede ifade etmektir. Tüm bunların dışında Zorba'nın insanlara yönelik duyduğu acıma hissi de fark edilebilir düzeydedir. Kitabın yazıldığı İkinci Dünya Savaşı dönemi de göz önünde bulundurulursa Zorba'nın sarf ettiği şu sözler gerçekten ders çıkarılasıdır, “Bir zamanlar diyordum ki, ‘Bu Türk'tür, bu Bulgar'dır ve bu Yunan'dır.’ Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir. Adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evleri yağmaladım. Neden? Çünkü bunlar Bulgar'mış ya da bilmem neymiş. Şimdi sık sık şöyle diyorum, ‘hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal!’ Yani akıllandım, artık insanlara bakıp şöyle demekteyim, ’Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için.’ Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da buna bile bakmamaya başladım. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte. Boş versem bile bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek. Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be. Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.” (2019:257).

Kitaptaki patron(yazar) ise hayattan fazlabeklentisi olmayan mutsuz bir entelektüeldir. Kitaplarıyla yaşayan, eleştirel düşünen, sorgulayan, ahlaklı, disiplinli, kontrollüdür ama aynı zamanda hayatın dışındadır. Seyreder, yaşamı erteler. Yazarda yoğun bir süperego (ahlaki katı benlik) vardır.

Yunan mitolojisine Nietzsche’den (2019) bir bakış atarsak patron Bilgi Tanrısı Apollon’u, Zorba ise Şarap Tanrısı Dionysos’u simgeler. 

Yazar ve Zorba’ya tekrar döneceğim ama önce kitaptaki iki önemli kadın karakter olan Madam Hortense ve Dul Kadın’dan bahsetmek istiyorum.

Dul Kadın – Toplumun Günah Keçisi

Kitap ve filmde dul bir kadın vardır, simgesel olarak keçisi vardır. Dul kadın çok güzeldir fakat yazar dışında kimseye pas vermez. Köyün erkeklerinin hepsi onu arzular fakat filmin sonunda erkekler tarafından öldürülür. Kadın karakterin linç edilmesi, sosyal psikoloji açısından grup düşüncesi, ötekileştirme ve mağdur suçlama mekanizmalarının çıplak halidir. Kadının hem cinselliği hem yalnızlığı cezalandırılır. Bu, ataerkil toplumun kadını hem arzulayıp hem yok etme çelişkisini yansıtır. Freud’un Madonna-Fahişe Kompleksinin izdüşümüdür. Bu durum ilk olarak psişik iktidarsızlık olarak adlandıran Sigmund Freud tarafından tanımlanan, kadınları ya aziz Madonnalar ya da aşağılanmış fahişeler olarak gören, erkeklerde geliştiği söylenen psikolojik bir komplekstir. Bu karmaşıklığa sahip erkekler, saygı duyulan partneri (Madonna) arzulayamazken, aşağılanmış (fahişe) bir cinsel partner arzularlar. Freud, bu tür adamlar için, “Sevdiği yerde arzuları yoktur ve arzuladıkları yerde sevemezler." diye yazmıştır. (Vikipedi, 2025)

 

Madam Hortense

İlk bakışta  eski bir Fransız hayat kadını gibi görünse de, psikolojik açıdan oldukça katmanlı, trajik, derin bir karakterdir. Onun üzerinden yalnızlık, yaşlanma, aşk açlığı, geçmişe tutunma ve benlik değeri gibi birçok psikodinamik tema okunabilir. İçselleştirilmiş bir sevgi yoksunluğuna sahiptir. Hayatının büyük kısmında bedeniyle var olmuş, sevgiyi ancak bu yolla alabilmiş bir kadındır. Bu, kişinin kendisini ancak bir “haz nesnesi” olarak görebilmesine sebep olur. Artık genç değildir ama hâlâ o sevgiye muhtaçtır. Çünkü başka bir sevgi türünü hiç deneyimlememiştir.

 

Hortense, toplumun “beğenilen kadını” olmaya çalışarak, kendi kırılgan öz benliğini saklamıştır. Bu maske yaşlandıkça çatlar. Eski ünvanlarını (Amiralin gözdesi gibi) tekrar tekrar anarak varlığını onaylatmak ister. Bu tekrarlar, benlik değerinin çökmesini engelleme çabasıdır. Hortense aslında narsistik kırılma yaşayan bir kadındır. Gençliğinde “gözde”dir, güzelliğiyle her şeyi elde eder. Histerik bir duruşu da vardır. Ama artık “yararsız” bulunur, toplum onu unutmuştur. Onun hüznü, yalnız bir kadın olmasına değil, toplumun işlevi bitmiş kadına verdiği cezayadır. Madam’ın ölümünden sonra köylüler hemen onun eşyalarına çullanır. Bu da “Kadının değeri yalnızca işlevi olduğu sürece vardır.” yargısını pekiştirir. O öldüğünde ardında bir anlam değil sadece “yağmalanacak yer” kalır. 

Bu iki karakter toplumdaki iki farklı kadını gösterir, arzulanan kadın (dul kadın) ve acınılan kadın(Madam Hortense). İkisi de cezalandırılır ve ikisi de ölür. Biri taşlanarak, diğeri yalnızlaştırılarak.

Filmde dul kadının taşlanarak ve kafası kesilerek öldürülme sahnesi insanı dehşete düşürür. O sahnede herkes susar. Zorba bile. Çünkü gerçek acı geldiğinde kelimeler tükenir. Ama sonrasında Zorba ne yapar? Dans eder. Yanan kömürlerin, taşlanan bedenlerin, kaybedilen sevgililerin ardından. Oğlu öldüğünde de aynısını yapmıştır. İşte bu sahne, terapötik bir çözülmenin temsilidir. Dans burada bastırılmış duyguların dışavurumudur. Dans, bedenin konuşamadığı yerde konuşmasıdır. Dans, travmanın içinde kalan yaşama arzusudur.

Terapide bazen danışanlarımız kelimelerle baş edemez. Çünkü travma prefrontal korteksten geçmeden doğrudan bedende saklanır. Bessel van der Kolk’un dediği gibi, “Beden kayıt tutar.” (2018). Zorba’nın dansı da budur. Bedenin tuttuğu acıyı, hareketle boşaltmak. 

Tekrar Patron ve Zorba ikilisine dönecek olursak biri Batı uygarlığının simgesidir öbürü Doğu’nun yaşama sevincini temsil eder. Bu ikilik aslında hepimizin içinde yaşar.  Ünlü psikolog Jung’a göre de her insan kendi gölgesiyle yüzleşmek zorundadır. Zorba, patronun gölgesidir.

Roman boyunca “patron” sürekli bir iç hesaplaşma yaşar. Kitaplarıyla mutlu olacağını sanmıştır ama aslında yalnızdır. Zorba’yla karşılaşınca onun yaşam enerjisine hayran olur ama aynı zamanda bu enerjiden korkar. Çünkü Zorba’nınki düşünceyle değil, deneyimle beslenen bir yaşamdır ve deneyim, acıyı da içinde barındırır. Bu noktada Viktor Frankl’ın varoluşçu yaklaşımına kulak verecek olursak, “İnsanın temel uğraşı haz almak ya da acıdan kaçınmak değil, yaşamında bir anlam bulmaktır.” (Frankl, 2009:128) Zorba’nın yaşamında anlam; çalışmak, sevmek, acı çekmek ve tekrar sevmektir. O hiçbir zaman “Mutlu olayım.” demez. “Yaşayayım!” der. Çünkü onun için yaşamın değeri, tüm duyguları dolu dolu deneyimlemekte yatar. Patron ise yaşama her şeyin dışından bakar. Hayatın “yargıcı”dır ama “oyuncusu” değildir.

Zorba (1964) filmde şöyle der:

“Sen çok düşünüyorsun, senin sorunun bu!”

Daha sonraki sahnelerde ise ekler:

“Bırak şu kitapları, haydi dans et!”

Bu söz bir çılgınlığa çağrı gibi görünse de, aslında bir denge arayışıdır. Ancak unutmayalım ki yazar da zorba da tek iyi, tek kötü, tek doğru değildir. Her insanın ruh yolculuğu kendine hastır. Mürekkep adam olmak da hayatın bir getirisidir. Her iki karakterin de değerli ve önemli olduğunu, ikisinin de özgürlüklerinin kendi yolunda olduğunu göz ardı etmek farklılıklara haksızlık olur. "Herkes kendi yolunu izler. İnsan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını hiç azarladığın oldu mu?" (2019: 140)

Düşünmek, planlamak, sorumluluk almak hayatın bir yüzüyse sezgisel yaşamak, anda kalmak, bedeni özgür bırakmak da diğer yüzüdür ve sağlıklı bir ruhsal denge bu iki ucu birleştirebilen bir köprüdür. Yine de Zorba’nın tarafını tutmadan edemeyiz. 

Modern insan Zorba’ya hayran kalır çünkü ondan mahrumdur. Sabah sekiz, akşam altı, vergi borçları, kira kaygıları, toplum beklentileri, sosyal medya kıyasları... Hepsi içimizdeki Zorba’yı susturur.  Ama o oradadır. Bastırılmış, ötelenmiş, “yaramaz çocuk” muamelesi görmüştür. Oysa Zorba, yaşamın asıl çocuk ruhudur. İyileşmek, daha ‘akıllı’ olmak değil daha ‘bütün’ olmaktır. Bu yüzden Zorba bize daha çok şey anlatır. Birisinin çıkıp “Hayatın anlamı mı? Onu aramayı bırak, yaşa da gör!” demesine ihtiyacımız olduğunu fark ettirir. 

Filmin son sahnesinde Patron ve Zorba’nın birlikte dans ettiklerini görürüz bu bir dönüşümdür, entelektüelin ilk kez hayatı gerçekten hissettiği andır, kendilik birleşmesidir. Psikanalizde buna entegrasyon denir, parçaların bir bütün hâline gelmesi (Freud, 2019).

Zorba, her çağın yalnız insanına “içindeki dansçıyı” hatırlatır. Hayatı analiz ederek değil hayata dahil olarak yaşamı anlamamızı öğütler. Ve filmin son sahnesinde danstan hemen önce Zorba, patrona özgürlüğün deliliğe ihtiyaç duyduğunu söyler, parası olduğu için patronun kendisini diğerlerinden daha özgür sandığını anlatır. “Hayır özgür değilsin. Senin bağlı bulunduğun ip, öbür insanlarınkinden biraz daha uzun. Hepsi bu kadar!” (2019: 336).

Zorbayı okuyun derim, belki böylelikle ipinizin uzunluğunu anlayabilirsiniz.

Kaynakça

Frankl, V. E. (2009). İnsanın Anlam Arayışı (Çev. H. Palaz). Okuyanus.

Freud, S. (2022). Haz İlkesinin Ötesinde Ego ve Id (Çev. G. Karahasanoğlu). Olimpos Yayınları.

Freud, S. (2019). Psikanaliz Üzerine (Çev. K. Şipal). Cem Yayınevi.

Jung, C. G. (2003). Dört Arketip (Çev. Z. A. Yılmazer). Metis Yayınları.

Kakoyannis, M. (Yönetmen). (1964). Zorba the Greek [Film]. 20th Century Fox.

Kazancakis, N. (2019). Zorba (Çev. A. Angın). Can Yayınları.

Nietzsche, W.F. (2019). Tragedyanın Doğuşu (Çev. M. Tüzel). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Özel, İ. (2013). Erbain. Tiyo Yayınları.

Van der Kolk, B. (2018). Beden Kayıt Tutar (Çev. N. C. Maral). Nobel Yaşam.

Vikipedi'ye katkıda bulunanlar. (2025, 25 Mayıs). Madonna-fahişe kompleksi. Wikipedia'da, Özgür Ansiklopedi.

Yorumlar

(Yorumları Gizle)

Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?

Bir Yorum Bırakın

Takip edin
Kayıt ol /Giriş yap Sidebar Arama Popüler
Loading

Signing-in 3 seconds...

Signing-up 3 seconds...