Distimi’nin Görünmez Ritmine Dair

Distimi’nin Görünmez Ritmine DairBuket Depresyon1 Aralık 202521 Görüntülenme Okuma Süresi: 7 dk.

Distimi’nin Görünmez Ritmine Dair

Hipokrat, "kan, balgam, sarı safra, kara safra" şeklindeki dört mizaç ayrımını yaparken, distimiyi (kara safra) kişiliğin derinindeki kronik depresif (melankolik) bir özellik olarak tanımlamıştı (Yazıcı, 2004).

Distimi olarak da adlandırılan süreğen depresif bozukluk, en az iki yıl boyunca neredeyse her gün ortaya çıkan uzun süreli bir depresyon türüdür. Belirtileri majör depresif bozukluk kadar ağır olmayabilir; fakat sürekli düşük bir ruh hâliyle seyreden, zaman içinde majör depresif bozukluğa özgü ek semptomlar geliştirebilen bir duygudurum bozukluğudur. Her iki bozukluğun aynı anda görülmesi “çift depresyon” olarak adlandırılır (Drake ve Miles, 2025). Çocuk ve ergenlerde sinirlilik hâli olarak karşımıza çıkabilir.

Belirtileri:

  • Çökkün duygudurum
  • İştah azalması ya da aşırı yeme
  • Uykusuzluk ya da aşırı uyku
  • Enerji azalması ya da halsizlik
  • Düşük benlik saygısı
  • Konsantrasyon bozukluğu ya da karar vermede güçlük
  • Umutsuzluk ve çaresizlik duyguları (Deniz, 2008)

Çoğu zaman “Zaten hep böyle mutsuz bir çocuktu…”, “Bildim bileli hep öyle içine kapanıktır.”, “Aman canım, o da zaten hep böyle melankolikti!” diye yaftalanarak kişiliğinin böyle olduğunu zanneden insanlarda gözlemlenen distimi, fark edilmesi ya da anlaşılması majör depresyona göre daha zor olduğu için tedavi talebi çok olmayan bir duygudurum bozukluğudur. Oysa belki de gördüğümüzü sandığımız şey kişilikleri değildir.

Bizler, yaşadığımız bu dünya düzeninde bir ve tek başına hayatta kalamayan canlılarız. Bağ kurmak, görünür olmak, bir şeylere ilişkili olmak isteriz. Distimiye sahip bireylerde ise süreğen, hatta kronikleşmiş sayılabilecek bir yalnızlık ve tek başınalık hâli gözlemleyebiliriz.

İşte tam da bu durumlar bizi çökkün duygudurumuna sürükleyebilir. Tabii yalnızlık tanımımıza göre de değişir bu durum. Örneğin benim çok sevdiğim bir yalnızlık tanımı vardır. Tam bu noktada Bojack Horseman dizisinde geçen o repliği sizinle paylaşmak isterim. Der ki: “Yalnızlık, etrafındakilerin seni sevmesi fakat senden gerçekten hoşlanmamasıdır.” Yani çevrenizdeki insanlar sizi sevmelerine rağmen sizinle vakit geçirmekten hoşlanmıyor, sizinle konuşmaktan keyif almıyor ve şahsiyetinizden gerçekten hoşlanmıyorlarsa, o zaman yalnızlığı iliklerinize kadar hissediyor olabilirsiniz. Bu söz bir yerde, ünlü düşünür Justin Bieber’ın “Her şeye sahip olsaydın ama arayacak kimsen olmasaydı, belki o zaman beni anlardın.” sözüyle paralel düşüyor. Sizden gerçekten hoşlanmadıkları için aradığınızda tam anlamıyla dinlemeyeceklerdir; yalnızca sevgilerinin getirdiği mecburiyetle yanınızda duracaklardır.

Bir de Winnie the Pooh’un sevilen eşeği Eeyore’un yalnızlığına bakalım. Eeyore, oldukça kendi hâlinde, dış dünya gerçekliğinin ritmine ayak uydurmaya çalışan ve bazı zamanlarda başını alıp sürekli çekip giden bir karakterdi. Ama o şanslılardandı; çünkü etrafında, onu olduğu hâliyle benimsemiş ve seven arkadaşları vardı. Bambaşka karakterler uyum içinde harmanlanarak günlerini birlikte geçirebiliyorlardı. Onun yalnızlığı ise içsel dünyasının zenginliğini yansıtan, kendilikten beslenen bir hâlde karşımıza çıkıyordu.

İki karakter de bana göre distimiyle mücadele eden karakterlerdi. İkisini de süreğen bir depresiflik hâlinde görüyorduk hep. Fakat yalnızlığı yaşama biçimleri farklıydı. Çünkü biri, ondan gerçekten hoşlanan ve onu olduğu hâliyle seven karakterler arasındayken, diğeri sevgilerinin mecburiyetinin yarattığı var olma halleriyle çevrili karakterler arasında yaşıyordu. Dolayısıyla Bojack’in depresyonu daha karanlık, daha uçlarda yaşanarak devam ediyordu. Onun zihniyle olan konuşmaları hep kendini eleştirme, kendinde en kötüyü bulma, kendini aşağılama hatta suçlamalarla var oluyordu. Çocukluğu, umarsız bir anne ve çok eleştirel bir babayla geçmiş olan Bojack, bazı çocukluk anılarından bile kendini suçlu buluyordu. Bojack Horseman olarak doğmanın lanetlenmiş ve tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olduğunu düşünüyordu.

Süreğen depresif bozuklukta sıkça karşımıza çıkan kötümser zihniyet ve kendini aşırı suçlama böyle zuhur bulabilir. Ben bazı zamanlar kendini suçlamanın işlevsel olduğunu düşünürüm; örneğin yapıp etmelerimizin sorumluluğunu almaya çalışırken. Ya da tam tersi, sorumluluktan kaçmaya çalışırken karakterimize suçu atıverir ve işin içinden çıkabiliriz o anlık belki. Fakat bu suçlamalar hep zihnimizde var olup kendi kendiliğimize bir savaş açıyorsa, o zaman tehlikeli oluyor sanki, değil mi?

Bir de bilişsel çarpıtmalarımız var. Depresyondayken yaptığımız ya da daha fenası, ulaşılacak hedefi depresyon olan o yolda, ellerimizi direksiyondan çekip, pata küte hedefe doğru ilerlememize sebep olacak olan o bilişsel süreçler. Dr. David Burns’e (2015) göre, sevgilimizden ayrıldığımızda “Bizi sevecek artık bir kişi yok” gibi bir genelleme yaparak olumsuz bir düşünce geliştirebiliriz. Ya da bizi oldukça zorlayan bir işte çalışmamıza rağmen, depresyona girmemize sebep olan işi görmezden gelme eğiliminde olursak durumu azımsamış oluruz (Soyiç, 2024).

Zihin okumayı örneklendirmek isterim size; çünkü her gün yanı başımda beliriveren bir bilişsel çarpıtma türü bu. Başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğünü yeterli kanıt elde etmeden kendi kendimize olumsuz yorumlayabiliriz: “Bana günaydın demedi, kesin artık benden hiç hoşlanmıyor.” gibi cümleler zihnimizde özgürce dolanır durur. Tüm bunlara baktığımızda, bu çarpıtmaların bizi iyi hissettirecek şeyler olmadığını açık ve seçik biçimde görebiliyoruz. Bilişsel çarpıtmalar da oldukça tehlikeli gibi sanki, değil mi?

Son olarak acılarımıza, mutsuzluklarımıza bakalım istiyorum. Yeni dünya düzeninde mutsuz olmak, acı çekmek yasakmış gibi davranılıyor. Üzüntüyü duygularımız arasından dışlamak, ona ırkçı bir yaklaşımla ayrımcılık yapmak, bana oldukça haksız ve hukuksuzca hissettiriyor. Oysa kendiliğimizi benimsemek için duygularımızın hepsine sahip çıkmamız gerekmez mi? Bana öyle geliyor ki, acımızı ve kederimizi uzaklaştırmak, hatta kaçarcasına onlardan uzaklaşmak, bütünüyle ayıp ediyoruz gibi hissettirmeli bize. Dostoyevski, “Acı ve ızdırap, geniş bir akla ve derin duygulara sahip insanlar için bir mecburiyettir.” diyerek kederli halimizdeki bizleri övmüş. Yani demem o ki, belki övünmek değil —hatta bazen belki övünmek!— ama acımızı sahiplenmek tehlikeli değil gibi sanki, değil mi?

Tabii tüm bu olup bitmelerin yanı sıra, kişiliğimiz sandığımız o depresif ruh hâlinden başka bir seçenek arayışına girmek, başka yollar ve yaşayış şekilleri olabileceğine inanmak, en önemlisi yardım istemek hiç de tehlikeli değil gibi sanki, değil mi?

 

KAYNAKÇA

Burns, D. D. (2020). İyi hissetmek (G. Acar, İ. E. Atak, Ö. Mestçioğlu & E. Tuncer, Çev.). Psikonet Yayınları.

Deniz, Ö. (2008). Distimi tanısı alan hastaların çocuklarında psikiyatrik bozukluk sıklığı ve psikososyal özelliklerin incelenmesi. Yayınlanmamış uzmanlık tezi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi.

Miles, E., & Drake, M. (2025). Persistent depressive disorder (dysthymia) DSM-5 300.4 (F34.1).

Soyiç, N. (2024). Distimik bozukluk ve depresyonun nedenleri: Özel banka çalışanları örneğiThe Journal of Social Sciences, 31(31), 332-349.

Yazıcı, O. (2004). DistimiKlinik Psikiyatri, Sayı Ek 2, 54-55.

Yorumlar

(Yorumları Gizle)

Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?

Bir Yorum Bırakın

Önceki Yazı

Sonraki Yazı

Takip edin
Kayıt ol /Giriş yap Sidebar Arama Popüler
Loading

Signing-in 3 seconds...

Signing-up 3 seconds...