6 Mart veya 6 Mayıs 1856’da şimdilerde Çek Devleti sınırlarındaki Freiberg’de yer alan Moravia’da babası Jacob’un, Amalia Natshanson ile yaptığı ikinci evliliğin ilk çocuğu Sigmund Scholomo(Sigismund da doğrudur ama Yahudileri aşağılamak için anti-Semitiklerin çok kullandığı bu ismi sonraları bizzat kendisi değiştirecektir)(Doksat &Önen, 2004) Freud adı verilen bir bebek dünyaya geldi. İlk isim, Sieg, zafer kelimesinden gelen Almanca bir isimdi, Şolomo ise Jacob’un yeni vefat eden babası anısına verilmiş İbranice bir isimdi (Breger, 2016). Freiberg, döneminde büyük çoğunluğu Katolik Çeklerden oluşan bir yerleşimdi. Freud ailesi, bu nüfus içinde küçük bir Yahudi azınlığıydı.
Jacob Freud, hayatı boyunca satıcı ve tüccar olarak çalışan bir kişiydi. Seyahatleri sırasında Freiberg'e gelerek, 1852'de bu kasabaya yerleşti. Genç yaşta kaybettiği ilk eşi Sally Kanner'ın ardından, ilk evliliğinden olan iki oğlu Emanuel ve Philipp babasının yanına Freiberg'e taşındı.Sigmund'un doğduğu zaman Jacob 40, Amalia ise 21 yaşındaydı. Amalia, oldukça güzel bir kadındı ve bu konuda gurur duyardı. Hayatının ilerleyen dönemlerinde, 90 yaşındayken, kızlarından biri tarafından hediye edilen bir şapka için yaşlı görünmek istemediği gerekçesiyle reddedecekti. Nişanlısına yazdığı bir mektupta Freud, "duygusallığını, tutkulu doğasını ve ateşli heyecanlarını annesinden aldığını" ifade ederdi.Jacob ve Amalie Freud'un on yıl içinde yedi çocuğu daha olmasına rağmen, Sigmund genç ve anlayışlı annesinin gözünde her zaman öncelikli ve en önemli çocuk olarak kaldı bu durum muhtemelen Freud'un hayatı boyunca süren özgüveninin temelini oluşturdu. Bilimle ilgilenen ve ağır başlı bir genç olan Freud, kardeşleriyle çok fazla etkileşimde bulunmadı. Annesiyle kurduğu sıcak ve yakın ilişki, ona göre anne-oğul ilişkisinin, diğer insan ilişkilerinden farklı olarak en sağlam ve mükemmel ilişki biçimi olduğu fikrini destekledi. Annesi ona "Altın Sigi'm"derdi hatta 70 yaşına geldiğinde bile ona öyle seslenirdi. Freud da "Annesinin tartışmasız gözbebeği olmuş bir adam, ömür boyu kendini bir fatih gibi hisseder; çoğu kez gerçek bir başarıyı doğuran da başarılı olacağına duyduğu özgüvendir," demişti. (Freud, 1917, 1953)
Freud, babasından bahsederken genellikle gücünü ve sevgisini vurgulamış, kusurlarından pek bahsetmemiştir. Babası, annesinin aksine daha dengeli ama geri planda kalan biriydi. Aralarında genellikle özenli ve destekleyici bir ilişki vardı ancak bir değiş tokuş dikkat çekiyordu: Freud büyüdükçe yetişkinleşen, büyük işlere koşan bir çocuk olurken, Jacob giderek çocuksulaşıp çaresizleşen biri haline gelmişti. Freud, babasını Charles Dickens’ın Bay Micawber’ine benzetirdi, hayatın zorluklarına karşı her zaman bir çıkış yolu bulunacağına inanan umut dolu biriydi("Uzm. Dr. Hatice AKOVA", t.y.). Jacob'un otoriter olmaması, oğlu üzerinde etkili olmuştu. Oğul, babasına kolayca düşman olamadığı için, karşı durmakta zorlanmıştı. Okulda kahramanların büyük işler başarmalarını okuyan Sigmund'u, babasının gerçek dünyada hayal kırıklığına uğratan zayıf bir adam olarak görmesi rahatsız ederdi. Bu ailevi ve kişisel hatıralar, ileride kuramının temelini oluşturacak Oedipus kompleksi fikrinin bir kısmını oluşturuyordu.(Doksat &Önen, 2004)
Jacob’un ilk evliliğinden olan oğulları Philipp ve Emanuel’in yaşları Amalia’ya Jacob’ dan daha yakındır.Freud'un çocukluk arkadaşlarından biri, Emanuel'in oğlu John'dur ve Freud aslında John'un amcasıdır. Dolayısıyla, Sigmund'un ilk oyun arkadaşları, yarı yeğenleri olan John ve Pauline'dir. John, Freud'dan bir yaş daha büyüktü, Pauline ise biraz daha küçüktü. Freud'un en erken hatıralarından biri, John’la Pauline'den aldıkları bir buket çiçekle küçük kızın ağlayarak kaçmasına neden olmalarıdır.
Jacob'un geliri, sadece bir odanın kirasını karşılayabilecek seviyedeydi. Bu durum, küçük Sigmund'u, aile içindeki mahrem konuların içinde bulmasına sebep oldu. O dönemlerde bebekler evde doğar, karı kocanın yatağında bakılır hatta ve hattaevde ölürlerdi. Freud'un 10 yaşına gelmeden önce toplamda 6 kardeşi dünyaya geldi. Annesi, sürekli hamile kalması ve art arda gelen bebeklerin kaybı nedeniyle Sigmund'a çok az zaman ayırabiliyordu. Aile fertleri işleriyle ilgilenirken Freud, bir dadıya emanet ediliyordu. Bu Çek dadı, Freud'un annesinin yokluğunda önemli bir figürdü ve aralarında yakın ve sevgi dolu bir ilişki vardı. Öyle ki,erken yaşlarında dadısından ayrılmış olmasına rağmen 30 yılı aşkın süre sonra oto-analizini sürdüğü sırada onu rüyasında görmüştü(Doksat &Önen, 2004).Ancak bir gün dadı, evde küçük bir hırsızlık yapınca işten kovuldu. Dadısının aniden hayatından çıkması, Freud'un sadece 2.5 yaşında olduğu ve annesinin de yeni bir bebek dünyaya getirdiği bir döneme denk geldi. Bu yaşantılar, Sigmund'un "ben kime aitim" duygusunu derinleştirdi ve onu yalnızlık hissiyle tek başına bıraktı. Terk edilmiş bir çocuk olduğunu hissetti ve muhtemelen erken dönemde çocukluk depresyonu yaşadı.Formun Üstü
Bu kayıpların üstüne Jacob'un iflasının ardından, aile Almanya'nın Leipzig şehrine taşındı. Freud'un üvey ağabeyleri de bu süreçte İngiltere'ye gittiler. Freud, bu döneme ilişkin nadir göndermelerinden birinde, bu durumu "bütün varlığımı etkileyen önemli bir felaket" olarak nitelendirmiştir.("Uzm. Dr. Hatice AKOVA", t.y.)Jacob, yeni bir iş kurma çabalarında başarılı olamadığı için aile bir yıl sonra Amalia'nın ailesinin yaşadığı Viyana'ya taşındı ve oraya yerleşti. Freiberg'den ayrılırken, 3,5 yaşındaki Freud'un trenle seyahat etme korkusu ilk belirtilerini gösterdi. Özgül bir fobi olan bu korku, trenin onu almadan kalkacağından, istasyonda unutulacağından ve ailesini, önceki yıl dadısını kaybettiği gibi kaybedeceğinden korkmasıyla ilgiliydi. Bu seyahat fobisi yıllarca devam etti("Uzm. Dr. Hatice AKOVA", t.y.).
Sigmund Freud, çocukluğunun büyük bir kısmını Viyana'nın Yahudi gettolarında geçirdi.
Freud ve ailesi Viyana'ya taşındığında, şehir Habsburg İmparatorluğu'nun başkenti olarak hızlı bir ekonomik ve sosyal büyüme süreci içindeydi. Bu dönemde, Yahudi göçmenlerin artışıyla birlikte Viyana'daki Yahudiler, birçok alanda önemli roller üstlendi. Ancak, Habsburg İmparatorluğu'nun ayrımcılığı yasaklamasına rağmen, Viyana'da ‘anti-semitizm’ oldukça yaygındı. Bu baskı ortamı, ateist olan Freud'un kendi "Yahudi" kimliğini daha fazla benimsemesine ve "Dinsiz bir Yahudi" olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Bu dönemdeki toplumsal zorlamalar, Freud'un kimlik algısını ve dünya görüşünü derinden etkilemiştir.("Uzm. Dr. Hatice AKOVA", t.y.)Travmatik, yoksul ve zorlu bir çocukluk dönemi geçirmiş olması, Freud'a korku ve güvensizlikle şekillenen bir miras bıraktı. Daha öncesinde de bahsettiğimiz gibi Freud, sık sık hayal gücünün dünyasına kaçarak, kendine hitap eden kahraman figürleriyle özdeşleşti. Özellikle anti-semitik Viyana'nın kalabalık mahallesinde, yoksul bir Yahudi çocuğu olarak değil, hayal ettiği güçlü figürlerden biri olarak yaşamayı tercih etti. Çocukluk kahramanlarıyla kurduğu bağ, yetişkinlik döneminde ün peşinde koşma güdüsüyle de ilişkilidir. Viyana, 1938’de yaşanan Nazi istilası sonrası 1939’da Londra’ya zorunlu göç ettiği son bir yılı hariç, yaklaşık 80 yıl boyunca ona evi olmuştur. Ancak Freud doğduğu yer olan Freiberg’i hiçbir zaman unutamaz ve 75 yaşına geldiğinde bile yazmış olduğu cümlelerle orayı bizlere ve kendisine şöyle hatırlatır: “Tâ içimde bir yerlerde, ilk silinmez intibalarını bu havadan, bu topraktan almış olan, gencecik bir annenin ilk oğlu olan o Freiberg’li mutlu çocuk hâlâ yaşamakta”(Doksat &Önen, 2004).
Freud’a okuma ve yazmayı annesiyle babası öğretmiştir. Kendisinin üniversite ve öğrencilik yılları da başarı doludur. Oldukça meraklı, kitap okumayı ve araştırmayı seven genç bir öğrencidir. Freud, her ne kadar modern edebiyat ve sanattan uzak dursa da Schiller, Shakespeare, Goethe gibi önemli isimlere ilgi duymuş ve antik tarih ve kültüre de ilgi beslemiştir. Ancak müzik konusunda istisnai bir durum vardı. Müzik, Viyana’nın kültürel hayatının merkezinde bulunurdu ve Yahudi ailelerde geleneksel olarak önem arz ediyordu. Freud’un ailesi ise müziğe pek değer vermezdi hatta evleri, çevrelerinde piyano bulunmayan sayılı evlerden biriydi. Piyano, kız kardeşlerinin tek gelişim aracıydı fakat Freud’un isteğiyle evden çıkartılmıştı. Müzikten bu denli kaçınma sebebinin hislerini kontrol etme ihtiyacından kaynaklandığı düşünülen Freud, kız kardeşlerinin okuma ve oyunlarını direkt gözlemliyor ve denetliyordu.Yaşı ilerledikçe aile içinde verilen kararlarda Freud’un etkileri ve düşünceleri gittikçe baskınlaşıyordu (Koska&Öztornacı, 2020).
Freud, 1873’te Gymnasium’dan yüksek bir notla mezun oldu. Freud'un Gymnasium yıllarında en yakın arkadaşı olan Silberstein, mezun olduktan sonra memleketine dönmüş ve Leipzig Üniversitesi'nde hukuk okumuştu. İkili arasında mektuplarla devam eden oldukça sıkı bir dostluk bulunuyordu. Freud, nişanlısı olan Martha Bernays’a 1844’te yazdığı bir mektupta arkadaşlığını şu satırlarla ifade etmiş: “Okul sıralarında bulunamadığımız her saati birlikte geçirirdik. İspanyolcayı birlikte öğrendik; kendi mitolojimiz, büyük Cervantes’in bir diyaloğundan aldığımız gizli isimlerimiz vardı. İkimiz’AcademiaCastellana’ adında tuhaf bir okul cemiyeti kurmuş, muazzam sayıda mizah eseri biriktirmiştikhala kağıtlarımın arasında bir yerlerde duruyorlardır herhalde; sade yemeklerimizi paylaşır, birbirimizden hiç sıkılmazdık.” (Kopan, 2021) Freud'un Silberstein'la ilişkisi, on yıldan fazla sürdü. Bu ilişkide, Freud'un kendi duygusal bağlantısını kurmasına izin veren bazı unsurlar vardı. Karşısındaki kişi erkekti, uzak bir şehirde yaşıyordu ve iletişim çoğunlukla mektuplarla sağlanıyordu. Bu durum, ilişkiyi kontrol altında tutmasına ve duygusal hakimiyetini korumasına olanak sağlıyordu. Bu desen, daha sonraları Fliess ile yaşadığı, ardından Carl Jung ve Sandor Ferenczi ile benzer şekilde tekrar edeceği bir durumdu.("Uzm. Dr. Hatice AKOVA", t.y.)
Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?