Bazen, özellikle kendimle yalnız kaldığım anlarda sıklıkla düşünürdüm: kim olduğumu, ne için yaşadığımı, hayatımın geri kalanının ne olacağını...
Bir gün yine bu anlardan birinde, hayatımın sonunu göremediğimi fark ettim. Hayatın sonu neredeydi? Buna “ölüm” deniyordu; bize hep öyle söylenmişti. Ölümü bu zamana kadar hiç kendim için düşünmediğimi fark ettim. Ölüm dendiğinde aklıma hep kaybedebileceğim sevdiklerim gelirdi.
Peki ya ben, dedim o an kendime. İçimi büyük bir korku kapladı. O korkuyu, tarif edilemez ve içimi kemirip duran o düşünceyi uzun bir süre kafamdan atamadım. Çözüm olarak bu düşüncelerden kaçmaya çalıştım. Ama derler ya, insan her şeyden ve herkesten kaçabilir ama kendisinden asla... Düşüncelerimi bastırmak, unutmak için kendimi meşgul etsem de gün sonunda, o karanlık gecede dönüp dururken düşüncelerim benimle beraber yatağımda uzanıyordu.
İşte tam da burada kendime yakalandım. Kendime dedim ki:
“Tamam, ölümden korkuyorsun. Peki bunun yarın olmasıyla 60 yıl sonra olması arasındaki fark ne?”
Yaşanmamış bir hayat, deneyimlenmemiş duygular, tadılmamış yiyecekler, görülmemiş yerler, izlenmemiş diziler, dinlenmemiş müzikler, okunmamış kitaplar ve daha niceleri…
İşte o zaman anladım aslında kıymetli olanın ne olduğunu: “an.”
Yaşadığım her an, şimdi var olan ben. Şu an hayatı deneyimleyen bedenim ve ruhum. Bir salise önceki ya da sonraki ben değil — şu anki ben. Bu, gerçek bendi.
An aslında öyle kıymetliydi ki... Hayat aslında andı.
Benim olan en değerli şey, şimdi’ydi.
Elimde ise çok önemli bir seçim vardı: yaşamak ya da yaşamamak.
Öyle yıllardan, zaman dilimlerinden bahsetmiyorum; şu anı yaşamak vardı ellerimde. Ve ben ilk gerçek seçimimi yaptım: yaşayacaktım.
Ve bu, benim seçtiğim hayatım olacaktı.
Peki ya bu nasıl olacaktı? Bir hayat tamamen bana ait olabilir miydi?
Bir düzenin içinde yaşıyorduk. Ait olduğumuz bir aile, içinde bulunduğumuz bir toplum, yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız vardı. Yani her zaman seçim şansı bize ait değildi. Bulunmam gereken yerler, yerine getirilmeyi bekleyen görevlerim vardı.
Ama içinde bulunduğumuz durumlara rağmen elimizde olan bir güç var: bu durumlara karşı olan tepkimiz.
Tepki deyince bir başkaldırıdan, bir isyandan söz etmiyorum. Bizim nasıl davranmayı seçeceğimiz, nasıl bir yol izleyeceğimiz, nasıl hissedeceğimizdir bu.
Viktor Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı kitabında dediği gibi:
“İnsandan her şey alınabilir ama bir şey asla; herhangi bir koşul altında kendi tutumunu seçme özgürlüğü.”
Yaptığımız her tercih, kim olduğumuzun bir uzantısıdır. Çünkü o tercih bizim düşüncelerimize, algımıza ve ruhumuza aittir.
Elbette seçimin olduğu her yerde sorumluluk da vardır.
Seçimlerimiz ne kadar bizimse, sorumluluklarımız da o kadar bizimdir.
Biz insanlar seçimlerimizin sonucunu yaşar ve bu yaşantıların sorumluluğunu almak zorunda kalırız. Bu da beraberinde varoluşsal kaygıları getirir. Seçimler, özgürlükler ve sorumluluklar…
Birbirine bağlı, iç içe geçmiş bir döngü.
O an elimizde olanlara baktığımızda bize güç veren seçimlerimiz, özgür hissettiren tercihlerimizin sonuçları ve kimi zaman ağırlığını taşımakta zorlandığımız sorumluluklarımız vardır.
Bu seçim–sorumluluk döngüsünü kabul edip hayatımızı ona göre şekillendirmek, bize yaşamın farkındalığını getirir.
Geçmişin tecrübesiyle şimdinin özgürlüğünü birleştirir ve güvenle geleceğe bakmamızı sağlar.
Bu varoluşsal süreçlerde en önemli şeylerden biri, “mecbur kaldım” yerine “bunu ben seçtim, bu benim seçimimin sonucu” diyebilmeyi öğrenmektir.
Seçim bir özgürlükse, sorumluluk da bu özgürlüğün ödenmesi gereken bedelidir.
Bu seçimlerden kaçamayacağımızı, hatta onların bizi yaşatan; hayatımızı, geleceğimizi inşa eden temeller olduğunu anladığımızda, seçimlerden korkmak yerine onları yaşamayı seçeriz.
İlk okuduğumda tuhaf gelse de — ki bana duvarı izleten, üzerine saatlerce düşündüren sözlerden biridir — Jean-Paul Sartre’nin şu sözü:
“İnsan özgürlüğe mahkûmdur.”
Aslında bu sözü anlayabilmek için önce özgürlüğün ne olduğunu anlamak gerekir.
O dönem çokça sorgulamıştım özgürlüğün bendeki yerini.
İlk başta, “İstediğim yerlere, şehirlere, ülkelere gidebilmek” demiştim.
Şimdi ne kadar basit geliyor bu düşünce bana.
Elbette bu da bir özgürlüktür; ancak böylesine derin bir kavramın anlamını sindirmek için yeterli değildir.
Özgürlük, seçimlerimizle başlar.
Kim olacağımıza, neler yapacağımıza, nasıl bir hayat süreceğimize, nasıl davranacağımıza — iyi ya da kötü de olsa — biz karar veririz.
Bize zorla yaptırıldığına inandığımız şeylerde bile, verdiğimiz tepki, düşündüklerimiz, hissettiklerimiz bir seçimdir.
O konuda nasıl hissedeceğimize, ne düşüneceğimize kendimiz karar veririz.
Birçok insana göre özgürlük; istediğini yapmak, kafana göre yaşamak ya da zengin olmak olarak düşünülebilir.
Ama aslında özgürlük, bu düşüncelerin kendisidir.
Asıl özgürlük, özgürlüğün tanımı için bile neyi seçtiğindedir.
İnsan, kendini yarattığı kişiyle; hayatına ve hayatta var olan her şeye yüklediği anlamlarla; seçimleriyle kendi hikâyesini yazar.
İşte bu, yaşam öykümüzdür.
Bu yaşamın parçası olarak seçimler, sorumluluklar ve bunların getirisi olarak kaygı da vardır.
Bu kaygı, farkına vardığımız özgürlüğün yarattığı bir gerginliktir ve dozunda olduğu sürece gereklidir.
Onunla savaşmak yerine, kimi zaman davranışlarımızda, kimi zaman harekete geçmekte, kimi zaman da duygularımızı beslemekte bize yol gösterdiğini kabul ettiğimizde onunla yaşamayı öğreniriz.
Yalom’un da dediği gibi:
“Kaygı, özgürlüğün bedelidir. Onu yok etmeye değil, anlamaya çalışın.”
Elbette hayat her zaman toz pembe değildir.
Olumsuzluklar da bu yaşamayı seçtiğimiz hayatın bir parçasıdır.
Burada önemli olan, bu seçimlerin sonucunda her ne olursa olsun sorumluluğu alıp
“Bu benim seçimimdi; sonucu da, sorumluluğu da bana aittir.”
diyebilmektir.
En başta dediğim gibi, o hayatımızda bir türlü dolduramadığımız boşlukların temelinde, kendini tanıyabilme; anı ve onun getirdiği tercihleri yaşayarak ileriye bakabilme; ve gelecekte bizi ne beklerse beklesin, günün sonunda o karanlık gecede yatağa uzandığında “olmayı seçtiğin kişi” olmanın verdiği yeterlilik duygusu vardır.
Önerilen Okumalar
Yorumlar
(Yorumları Gizle)Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?