Şifacı Dostlarımız: Kitapların Ruhumuza Açtığı Kapı

Şifacı Dostlarımız: Kitapların Ruhumuza Açtığı Kapı  Gulce Psikolojik Sağlık30 Ekim 2025345 Görüntülenme Okuma Süresi: 6 dk.

Şifacı Dostlarımız: Kitapların Ruhumuza Açtığı Kapı

Editör: Ödül Karsavuran

“Edebiyat bir tablo gibidir; ama aslında hem tablo hem de aynadır. O, duyguların en ince ifadesi, görünmez bir eleştiri, öğreten bir ders ve aynı zamanda hayatın belgesidir.”
 — Fyodor Dostoyevski, İnsancıklar

Kitap okumaya başladığımızda yalnızca yeni bir dünyaya değil, kendi içimize de adım atarız. Karakterle birlikte ağlar, onunla güler, kendimizi onun yerine koyarız. Kimi zaman ‘Ben olsaydım yapmazdım,’ kimi zaman da ‘Ben olsaydım yapardım’ deriz. Bazen yaşadığımız benzerlikler karşısında gözlerimiz dolar, bazen yalnızca ihtimaline ağlarız. Kimi zaman da olayların absürtlüğü bizi kahkahalara boğar. Çünkü kitaplar yalnızca dış dünyanın değil, iç dünyamızın da aynasıdır. Çözülmemiş düğümlerimizi, görünmez yaralarımızı satırlarda buluruz. Bu yüzden kitap okumanın yalnızca edebi bir uğraş değil, aynı zamanda psikolojik bir iyileşme yöntemi olduğunu biliriz. İşte bu noktada bibliyoterapi kavramı hayatımıza girer.

Bir kitabın sayfaları arasında ilerledikçe karakterlerle bağ kurarız. Bu bağ öyle derindir ki, kimi zaman Anna Karenina’nın ölüme giden adımlarını sanki biz atıyormuşuz gibi hissederiz. Karakterin yaşadığı acı, sevinç ya da gözyaşı bizimle özdeşleşir ve duygularımıza ayna tutar. Belki farkında olmadığımız duygular açığa çıkar, belki de kendi yaralarımızla yüzleşiriz. Aslında ağladığımız şey karakterin kendisi değil; onun aracılığıyla hatırladığımız, içimizdeki yaralarımızdır. Bu özdeşleşme süreci bizde empatiyi de besler; ‘Ben olsaydım ne yapardım?’ diye düşünerek başkalarının duygularını anlamayı öğreniriz.

Bazen karakterler bize kendi içsel çatışmalarımızı da yansıtır. Bastırdığımız öfkeyi, kıskançlığı ya da kırgınlığı onların üzerinden görürüz. Psikolojide bu süreç yansıtma olarak bilinir. Bir karaktere kızdığımızda aslında onun bize hatırlattığı bir duyguya kızıyor olabiliriz. İşte kitapların gücü burada gizlidir: bastırdığımızı sandığımız duyguları gün yüzüne çıkarır. Bu karşılaşma kimi zaman bir duygusal boşalma, yani katarsis yaratır. Gözyaşlarımızla ya da derin bir nefesle birlikte ruhumuz her sayfada biraz daha hafifler.

Bu yolculuk bize yalnızca farkındalık değil, derin bir içgörü de kazandırır. Bazen küçücük bir ayrıntıyı fark etmek, hayatımızın en büyük sorularına ışık tutar. Kitaplar bu anlamda bir ayna gibi işlev görür; özdeşleşme, empati, yansıtma ve katarsis süreçleri aracılığıyla bizi kendimize yaklaştırır.

Kitaplar yalnızca duygularımızı görünür kılmaz; onları yatıştırır, zihnimizi sakinleştirir. Kalp ritmimizi yavaşlatır, zihnimizdeki gürültüyü azaltır, stresi hafifletir. Dikkatimizi tek bir satıra topladığımızda, geçmişin pişmanlıklarından ve geleceğin kaygılarından uzaklaşırız. İşte buna duygusal düzenleme yani duygu regülasyonu deriz. Günlük hayatımıza eklediğimiz küçük ritüeller—sabah uyandığımızda birkaç sayfa kitap okumak ya da gece uyumadan önce bir şiirle göz göze gelmek—duygularımızı düzenlememize yardımcı olur. Bazen tek bir cümle, gün boyu elimizden tutan gerçek bir dost gibi yanımızda kalır. Bu yüzden kitapların psikolojik iyileştirme gücü, bilimsel literatürde bibliyoterapi adıyla anılır. Kitaplar bizlerin küçük şifacı dostlarıdır...

Stres, yalnızlık ya da zorlayıcı yaşam olaylarıyla baş ederken yanımızda hissettiğimiz desteğin kavram olarak karşılığı, “sosyal destek” olarak bilinir. Kitaplar da bu sosyal desteğin görünmez hâlidir. Bir karakterin düşüncelerinde kendimizi bulduğumuzda “yalnız değilim” hissini yaşarız. Bu his, aidiyet duygumuzu güçlendirir. Yalnızlığımızda başucumuzda duran görünmez bir dost eli olur bizlere…

Kitaplar bize aynı zamanda farkındalık da kazandırır. Bir satıra odaklanmak, zihnimizi anda tutar. Okurken, duygularımızı yargılamadan fark etmeyi öğreniriz. Örneğin, bir kitabı bitirdikten sonra karakterlerle zihnimizde sohbet ederiz. Böyle küçük pratikler bizlere öz farkındalık kazandırır, zihinsel berraklığı sağlar ve adeta bir meditasyon etkisi yaratır.

Bazen de etkileyici bir cümleyi defterimize not ederiz; o cümle günün mottosuna dönüşür. Tıpkı Ömer Hayyam’ın rubailerinde geçen şu dörtlüğün kalbimize dokunduğu gibi:
 ‘Ben hayatta oldukça şu iki günün kederini çekmemeliyim: Biri gelmemiş günün, biri de geçmiş günün.’ 

Böyle bir söz, bir günün niyet cümlesi olur; zihnimizi geçmişin pişmanlıklarından ve geleceğin kaygılarından uzaklaştırarak şimdinin dinginliğine çağırır. Bizlere anda kalmanın değerini öğretir.

Kitaplar bize yalnızca anı yaşatmaz; aynı zamanda bakış açımızı da değiştirir. Bir karakterin hatası, kendi hatalarımıza farklı gözle bakmamıza yardımcı olur. Onun affedilişi, içimizdeki kırgınlıklara daha şefkatle yaklaşmamıza ilham verir. Olaylara yalnızca kendi penceremizden değil, anlatıcının ya da karakterin gözünden baktığımızda yeniden çerçeveleme yapar, aynı gerçeğe farklı açılardan bakmayı öğreniriz. Victor Hugo’nun Sefiller’inde Jean Valjean’in bir ekmek yüzünden mahkûm edilmesi bize adalet ve merhameti sorgulatır. Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’sunda Bihter’in trajedisi ise toplumsal yargılarla bireysel duygular arasındaki çatışmayı farklı gözlerle görmemizi sağlar.

Sonunda anlarız ki, kitaplar yalnızca okunmaz; yaşanır. Onlar bize umut fısıldar, karanlığımıza ışık taşır. Satırların arasında kaybolur, bazen uzun bazen kısa yolculuklara çıkarız. Her yolculuk ufkumuzu biraz daha genişletir; kimi zaman içsel bir iyileşme, kimi zaman da kendimizi tanıma sürecine dönüşür. Bazen düşeriz. Bazen kalkarız. Bazen yeniden doğarız. Kitaplar bize yalnızca dünyayı değil, kendi iç dünyamızı da armağan eder.

Peki ya siz, en son hangi satırda kendinizi buldunuz?

Yorumlar

(Yorumları Gizle)

Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?

Bir Yorum Bırakın

Takip edin
Kayıt ol /Giriş yap Sidebar Arama Popüler
Loading

Signing-in 3 seconds...

Signing-up 3 seconds...