Çağlar Arası Sorun 'Saldırganlık'

Çağlar Arası Sorun 'Saldırganlık'

Sosyal hayatta, trafikte, spor, sanat ve insanın olduğu birçok alanda saldırganca tutum ve davranışların olduğu olaylara tanıklık ederiz. Bu olayları incelediğimiz takdirde haklı ve haksız olarak ayrılan, kişisel çıkarların öne atıldığı; kişinin bedenini, zihnini, düşüncelerini ve duygularını hakimiyet altına almayı esas alan durumlardan kaynaklı ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Trafikte yol verme kavgası, iş hayatında patronun çalışanına yüklemiş olduğu ağır iş ve sorumlulukları ile kendini ifade etmekte zorlanan bir çalışanın evine gittiğinde saldırganlığını veya öfkesini evdeki eşinden ya da çocuğundan çıkarması ‘saldırgan davranışlar ‘arasında gösterilebilir.

Saldırganlık; kişinin hayatına dair yaşamış olduğu zorlu süreçlerin bedene, bilişe, davranışa ve duyguya dönüşümünün bir halidir. Saldırganlık esasında, insanları ve hayvanları birbirinden ayıran temel güdülerden biridir. Kişinin yaşamış olduğu zorlu süreci yönetebilmesi, algılayabilmesi gibi karmaşık süreçlerin işlenmesi gerekir, ancak kişinin geçmişten öğrendikleri, içgüdüsel davranışları ve de düşünce biçimi saldırganca davranışın ortaya çıkmasını tetikleyebilmektedir.

İnsanın duygu düşünce ve davranışlarını anlamaya çalışan psikoloji bilimi ise saldırganlığı bütünsel bir bakış açısıyla ele almayı tercih eder. Psikolojinin alt alanlarından sosyal psikolojinin toplum içerisindeki saldırgan davranışa bakışı ise aşağıda belirtildiği gibidir:

Birincisi, bireylerdeki kavga etme, bağırma isteği; bireyin duygu, durum ve düşüncelerini bozacak şekilde saldırganca davranışının biyolojik kökenli bir saldırganlık dürtüsünden kaynaklandığına dair bakış açısıdır. Yapılan araştırmalar ile beyindeki hipotalamus ve amigdala bölgelerinin saldırganlığın uyarılmasında aktif rol oynadığına dair sonuçlar elde edilmiştir.  İnsan bedeninde var olan serotonin düzeyinin düşük olması veya erkeklerdeki testosteron ve kadınlardaki progesteron hormon düzeyinin yüksek olması saldırganca davranışlarda rol oynadığı üzerinde çalışmalar vardır.

İkinci bir nokta ise saldırganlığın, belirli bir durumda bireyin engellenmesi ile ortaya çıkan doğal bir tepki olduğu görüşüdür.  Buna örnek olarak iş yerinde düşüncelerine değer verilmeyen Mert Bey’in patronu tarafından azarlanması, hakaretlere maruz kalması ve güç faktörü olan patronuna öfkesini kusamamasıyla beraber eve geldiğinde öfkesini eşinden ya da çocuğundan çıkarması örnek gösterilebilir.

Son olarak sosyal psikoloji, saldırgan davranışın öğrenildiği üzerinde durmaktadır. Evde, okulda, sokakta, sanatta ya da sporda saldırganca davranışlara sahip olan bireylerin uyarılmaması ya da şiddet boyutuna geldiği taktirde cezalandırılmaması durumunda bireyde pekiştirme görevi görür. Bu durum kişinin davranışı tekrarlamasına sebebiyet doğurur. Fakat cezalandırılma, bireye yapmış olduğu davranışın hatalı olduğunu bildirecek, anlatacak düzeyde olmalıdır. Aksi taktirde, şiddetin her türlüsüne başvurularak yapılan cezaların fayda sağlamadığı günümüz koşullarında çok güzel örnek niteliğindedir.

Freud insan psikolojisini anlamaya dair ortaya atılan yaklaşımla, saldırganlığı farklı bakış açılarıyla açıklamaya, anlamlandırmaya çalışmıştır. Freud’un psikoanalitik kuramı, bilişsel yaklaşım gibi yaklaşımların saldırganlığı anlamaya yönelik bilgilerini biraz da ele alalım.

Yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen verilere bakıldığında saldırganlık duygularını temel nedenleri arasında kişinin rahatsız edilmesi, engellenmesi ve saldırıya maruz kalması sıralanabilir. İnsan psikolojisini anlamaya dair ortaya atılan yaklaşımlar, saldırganlığı farklı bakış açılarıyla açıklamaya, anlamlandırmaya çalışmıştır. Bu yaklaşımların öncülerinden ve gelişimine çok büyük katkı sağlayan üç büyük ismin saldırganlığa dair görüşleriyle, saldırganlık daha da ilgi çekici bir hal alır.

Psikoloji deyince akla ilk gelen isim olan Freud, saldırganlığı ölüm içgüdüsü ile açıklar. Freud’a göre; saldırganlık, yıkıcılık, şiddet içeren davranışlar insanın doğasında bulunmaktadır. Her bireyin kendini ‘yok etmek ‘için bilinçaltı bir istek duyduğunu ancak sağlıklı bir bireyin kendini öldürmek yerine, saldırganca tutum ve davranışlarıyla dışarıya yansıtmak istediğini söyler. Daha doğru bir ifadeyle, kendini yok etmek düşüncelerini bilinçaltından dışa saldırganca davranış olarak vurur. Elbette Freud’u bu konuda eleştiren, düşüncelerine onaylamayıp üzerine farklı görüşler koyan yaklaşımlar da vardır.

Psikoanalitik kuramının öncülerinden olan Adler ise, saldırganlığın öz saygı zedelenmesinden kaynaklı olarak ortaya çıktığını savunur. Çevresinden nefret gören bireylerin gelecekte suça yönelebileceğini, bir kısmının ise içinde oluşan aşağılık kompleksiyle birlikte içindeki nefreti etrafındakilere yansıtabileceğini ileri sürer. Bu nedenle, bireyde aşağılık kompleksi yaratan durumu ve düşünceyi ortadan kaldırmak için çalışılması ve kişideki saldırganlık duygusunu azaltılıp, iyimserliğe yönelik duyguların teşvik edilmesi gerektiği üzerinde durmuştur.

Jung ise ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkinin önemini vurgular. Sevgisiz ebeveynlerin, çocukların duygularında, düşüncelerinde ve davranışlarında yarattığı hasarın itaat etmeye, otoriteye bağlı kalmaya ve özerk olamamaya sebep olacağını açıklar. Bu durum, böyle bir ebeveyne sahip olan bir bireyin intikam arzusuna sahip, suç işleme potansiyeli olan, yaşadığı olayları farklı yorumlayıp, kendine dair belirli imgeler yaratan bir birey olmasına yol açabilir. Kendisine acı veren ebeveynine karşı hesap soramayan, öfkesini ve acısını dile getiremeden hayatına devam etmeye çalışan, yabancılaştığı benliği ve nefret ettiği iç dünyasına dair kendisinin aynısı olan bir başka insana rastladığında saldırganlık ve şiddet davranışı olarak geri döner.

Psikoloji alanında önemli bir diğer isim olan Watson ise, saldırganca davranışa sahip bir birey ya da çocuğun, çevreden olumsuz bir tepki almadığı ya da teşvik edildiği taktirde saldırganlığın, alışkanlık haline gelerek öğrenildiği üzerinde durmaktadır. Bu konuda  davranışsal sosyal öğrenme kuramı da benzer şeyler söylemektedir.  Sosyal öğrenme kuramı, saldırgan davranışın öğrenildiği üzerinde durmaktadır. Çocuklar oyun oynarken saldırgan davranışın diğer çocukları korkuttuğunu görürler fakat etrafa korku vermenin güç saldığını düşünen çocuk için bu durum bir güç göstergesi olarak algılanabilir. Böylece bu durum onlar için ödüllendirilecek bir davranış olarak karşılanıp, tekrarlanabilir. Tekrarlayan bu davranış ise pekiştirilerek hayatın ileri evrelerinde kişiyle beraber gelir.

Evrimsel bakış açısıyla ele alacak olursak saldırganlık, insanların sahip olduğu içgüdüsel bir davranış biçimidir.  Hayatta var olma çabası içerisinde olan her insan; kendini diğer canlılara karşı koruyabilmek, neslini devam ettirebilmek, zorlu hayat koşullarına karşı korunabilmek için saldırganlığa, şiddete ve güçlü görünmeye ihtiyaç duymuştur. Evrimsel bakış açısı, saldırganlığı rakibinin ona zarar verme durumu olan canlılara karşı kendini koruma içgüdüsü ve motivasyonu olarak açıklar.  Günümüze geldiğimizde ise kalıtsal olarak atalarımızdan aldığımız bu özelliği devam ettirme, geleceğe aktarma süreci içerisinde olduğumuzu açıklar.

Ele aldığımız saldırganlık, kişinin ve çevresinin günlük hayattaki işlevselliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Kişi, günlük hayatın içerisinde insanlarla iletişim kurmakta zorlanabilir; kendini yalnız, anlaşılmaz, değersiz hissedebilir. Böyle bir durumda bir ruh sağlığı uzmanına yönlendirebilir. Bunun için saldırganlık duygularına sahip bireylerle iletişim kurarken psikolojik, ruhsal ve davranışsal belirtilerine bakılarak incelenmesi ve araştırılması gerekir.

Zeynep

akcilginz@gmail.com
Bursa Teknik Üniversitesi


Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?

TEMA AYARLARI