“Çok yazık, yaşlanıp korkunç, dehşet verici bir hâl alacağım. Ama bu portre her zaman genç kalacak. Asla haziranın bu gününde olduğumdan daha yaşlı olmayacak... Keşke tam tersi olsaydı! Her zaman genç kalacak olan ben olsaydım ve bu portre yaşlansaydı! Bunun için... Bunun için her şeyimi verirdim! Evet, bu dünyada bunun için vermeyeceğim hiçbir şey yok. Bunun için ruhumu verirdim!”
Oscar Wilde’ın ilk ve tek romanı olan Dorian Gray’in Portresi, olağanüstü güzelliğiyle tüm insanları kendine hayran bırakan bir adamı anlatır. Bu adamın ismi Dorian Gray’dir. Bir gün Dorian’ın hem yakın arkadaşı hem de ressam olan Basil Hallward, Dorian’ın portresini çizer. Aslında onun kusursuzluğunu bir nevi ölümsüzleştirmiştir. Ancak Dorian’a zamanla farklı akıl verenler olur. Bunlardan en büyüğü de Lord Henry’dir. Henry’nin kışkırtıcı fikirlerinden etkilenen Dorian, “Keşke yaşlanacak olan ben değil, portrem olsa.” düşüncesine varır. Bir zaman sonra bu isteği gerçekleşir. Güzel portresi Dorian’ın yaşlanmasının ve günahlarının bedelini üzerine çeker. Bu sürede ise Dorian hep güzel ve genç kalır.
Aslında bu romanda Oscar Wilde bize o dönemde oluşan güzellik algısını eleştirel bir dille anlatır. Dorian’ın en büyük korkusu dış güzelliğini kaybetmektir. Bu takıntısı, kişinin dış görünüşüne verdiği önemin ne kadar tehlikeye neden olduğunu gösterir. Portre, Dorian’ın günahlarının yükünü de taşıdığı için o, yaptıklarının sonuçlarını görmezden gelir. Başta herkese karşı aşırı düşünceli olan Dorian, artık çok sevdiği sevgilisi Sibyl’in ölümüne dahi üzülmez. Ruhunun çürümesi portrede görünür. Bu, kişinin artık yaptığı kötülüklerden her ne kadar gizlese de tamamen kurtulamayacağını gösterir.
Dorian, bu ışıltılı hayata o kadar aldanır ki artık kendi fikirleriyle hareket etmeyi keser. Lord Henry’nin etkisinde hazcılığın peşine düşer. Her arzuyu yaşamak için günlerini geçirir. Yaptığı bu özgür hareketler, onun sorumsuzluklarının sonucudur aslında. Wilde’ın burada anlatmak istediği de budur: Salt haz, insanı yozlaştırıp bencil bir insana dönüştürür.
Aslında bakıldığında vicdan hep kaçınılmaz son olur. Dorian, işlediği suçlardan ve yaptığı kötülüklerden bir noktada kaçamaz. Vicdanı onu ele geçirir. Yüzünün güzelliği ve gençliği hep aynı kalsa da portre artık tanınamaz hâle gelir. O kadar çirkinleşir ki portrenin yüzüne dahi bakmak istemez. Bundan dolayı portreyi birkaç bıçak darbesiyle parçalar. Bu da onun ruhundan kalan son vicdan parçalarını yok etmesidir aslında.
Kitabın ana fikri aslında şudur: Dış güzellik her ne kadar insanı büyüleyip etkilese de geçicidir. Gerçek çirkinlik ya da güzellik insanın ruhundadır; vicdandan kaçış yoktur.
Dorian’ın kibri o kadar büyüktü ki çevresinde olan kötülükleri göremedi. Sibyl, onun âşık olduğu ve evlenmek istediği kadındır. Çok başarılı bir tiyatro oyuncusudur. Onun aşkı, Sibyl’in sanatına olan başarısını ve tutkusunu kaybetmesine neden oldu. Dorian, Sibyl’in bir gösterisinde onun kötü oynamasına çok sinirlenir ve ona ağır sözler söyler. Bu ithamları kaldıramayan Sibyl, âşık olduğu adama çok kırılır ve bundan dolayı intihar eder.
Basil Hallward, Dorian’ın portresini çizen ressamdır. Aynı zamanda Dorian’a hayran olan ve onu herkesten saklamak isteyen en yakın arkadaşıdır. Basil, portrenin sırrını gördükten sonra Dorian’ın günahlarından pişmanlık duymasını ve onun tövbe etmesini istemiştir. Bu sözlerden sonra çok sinirlenen Dorian ise “yakın arkadaşım” dediği Basil’i öldürür. Basil’in ölümü, Dorian için ahlaki çöküşün en zirve noktasını gösterir.
Dorian’ın bu kadar gençliğine ve güzelliğine tapması, insanın kibrini, bencilliğini ve ölümsüzlük arzusunun ne kadar büyüyebileceğini gösterir. Aslında insanlar dışarıdan ne kadar masum gözükse de iç dünyalarında kibir ve bencilliğin de olduğunu, bunun da insanı ne kadar kötü birine dönüştürdüğünü görüyoruz.
Kitabı okurken bazı diyalogların aslında ne kadar çok şey anlattığını gördüm. Bir yerde Dorian, “Ruh müthiş bir realitedir. Alınıp satılabilir, takas edilebilir. Zehirlenebilir, kusursuzlaştırılabilir.” diyerek aslında vicdanımızın değil de dış güzelliğimizin önemli olduğunu söylemiştir.
En sevdiğim diğer bir replik ise şudur:
“Bunu gece günceme yazacağım.”
“Neyi?”
“Ateşten eli yanan çocuğun ateşe hiç doymadığını.”
Romanın orijinalinde “A burnt child loves the fire.” diye geçen bu replik aslında bize kötü olduğunu bildiğimiz şeyin ne kadar tehlikeli olursa olsun ondan asla vazgeçemediğimizi, hatta durmadan ona yöneldiğimizi gösterir. Dorian Gray’in hayatı da aslında böyledir. Her işlediği günahtan sonra pişmanlık duysa da her seferinde daha da kötüsünü yapar. Bu replikler romanın özeti gibidir: O da defalarca “yanar” ama yine de zevkten, güzellikten, günahkârlıktan vazgeçmez.
Yorumlar
(Yorumları Gizle)Henüz yorum yok. İlk yorumu yapmak ister misin?